Prof. Dr. Turan Akman Erkılıç

Üniversiteler açılmışken…

Nihayet 2 Ekim’de uzun bir aradan sonra deprem bölgesi dışındaki üniversiteler, yüz yüze eğitim yapmak üzere yeni ders yılına başladılar. Yükseköğretim kurumları ülkelerin bugünü ve yarını için göz bebekleridir.

7 Ekim 2023 09:52
A
a
Sütiş Eskişehir

Nihayet 2 Ekim’de uzun bir aradan sonra deprem bölgesi dışındaki üniversiteler, yüz yüze eğitim yapmak üzere yeni ders yılına başladılar. Yükseköğretim kurumları ülkelerin bugünü ve yarını için göz bebekleridir. Genel olarak; akademi, üniversite, enstitü, yüksekokul adlarıyla bilinen yükseköğretim kurumları araştırma, eğitim, öğretim ve topluma hizmet işlevleri yüklenirler. Bu durum tüm dünya yükseköğretim kurumları için de geçerlidir.  Türkiye'de de yükseköğretim kurumları hem mevzuatı hem de pratikteki görünürlükleri bakımından bu işlevleri yüklenmektedirler. 
Bizde yükseköğretim bitmek tükenmek bilmeyen tartışmalarla, sürekli olarak eleştiri altında...  Bu eleştirilerin bir kısmının; yükseköğretim kurumlarının adı üstünde eğitim kurumları olmasından ve eğitimin kendine özgülüğünden kaynaklandığı açık.  Ancak bununla birlikte Türk yükseköğretim kurumlarının kendine özgü dünden bugüne, bugünden yarına sürekli aktarılan kronik sorunlarla birlikte dönemsel sorunlarla karşı karşıya olduğu da bir başka gerçeklik...
Şöyle ki Türkiye'de yükseköğretim kurumları işlev çakışma ve çatışma sorunu ile karşı karşıyalar…  Genel olarak üniversiteler araştırma-geliştirme, eğitim-öğretim ve topluma hizmet işlevleri ile yükümlüdürler.  Türkiye'deki yükseköğretim kurumlarına bakıldığında bu kurumların araştırma-geliştirme işlevlerini yüklenen kurumlar mı yoksa öğretim odaklı meslek okulları mı olduklarını -bazı ayırma çabalarına rağmen- belirleyebilmek pek de mümkün değildir.  İşin pratiğinde olan öğretim elemanlarına sorulduğunda bu sorun, çok önemli bir sorun. Öğretim elemanları araştırmacı ya da öğretici olmak arasında bir gel-git sorunu ile karşı karşıyadır. Bu noktada üniversiteler iş yapabilirlikleri açısından deve kuşu örneğine benzetilebilir. Bir bakıma ne araştırmacı ne de öğretimcidirler denilebilir. İki iş yükü arasında yükseköğretim bir bakıma ezilmektedir. Kuşkusuz araştırma ve öğretim birbirinden soyutlanma olanağı olmayan bir bütünlük göstermekle birlikte, var olan uygulamalardan bir bakıma “ne köy ne kasaba olamasa da mezra olmak” gibi bir sonuç doğmaktadır. Henüz yürürlükte bulunan araştırma üniversiteleri ile diğerleri arasında nasıl bir farklılığın olduğu da pek belirgin değil gibidir…  
Özcesi, Türkiye’deki uygulama ne daha nitelikli araştırmalara olanak vermekte ne de nitelikli bir öğretim çıktısı yaratabilmektedir. Bu nedenle Türk yükseköğretimi araştırmacılık ve öğreticilik rol çatışma girdabından, bu kronikleşmiş sorundan bir reformla çıkmak zorundadır. İş zor olmakla birlikte, yapılamayacak veya başarılamayacak bir sorun da değildir.  Bu açıdan Türk yükseköğretiminde köklü yapısal bir reform yani yeniden yapılanma bir zorunluluktur. Bu nedenle Türkiye'de üniversitelerin, araştırma ve öğretim işlevleri açısından ayrı tutulabilecek bir yapıya kavuşturulması tartışmaya açılmalıdır…
Yükseköğretimin bir başka sorun alanı ise nasıl yönetileceği ve nasıl etkili ve verimli çalıştırılacağı sorunudur. İşin özü yükseköğretimin sorunu sadece demokratik ve özerk olma sorunu değil, aynı zamanda etkili ve verimli olamama sorunudur.  Evet, yükseköğretim; özerkliğin üçlemesi diyebileceğimiz akademik, yönetsel ve mali özerkliğe sahip olmalıdır.  Ancak bu boyutlar çoğunlukla onaylanmakla birlikte yorumlar farklılaşmaktadır. Nitekim hem akademik hem de güncel yazın ve tartışmalarda özerkliğin boyutlarına ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır.
Birinci grupta özerkliğin sadece akademik boyutta olduğunu savunanlar bulunmaktadır.
Bu grup akademik özgürlüğün üniversite özerkliği için yeterli ve gerekli tek alan olduğunu savunmaktadır. 
İkinci grup ise üniversite özerkliğinin akademik, mali ve idari özerklik boyutlarıyla bütüncül olduğunu savunmaktadır.  Bu gruptakilerin görüşlerine göre mali ve idari özerkliği olmayan bir kurumun akademik olarak özerk olmasına olanak yoktur.  
Bu noktada en temel sorun yükseköğretim kurumlarının yönetimlerinin nasıl oluşturulacağı sorunudur. Üniversite yönetimlerinin nasıl oluşturulacağının hukukilik, demokratiklik, etkililik, verimlilik ve bilimsellik bağlamlarında gözden geçirilmesi bir zorunluluktur. 
Bu zorunluluk milli iradenin yetki ve sorumluluğunda olan, yurttaşların vergisinin yani bütçenin harcanmasının denetimsizliği gibi bir duruma olanak veremez, vermemelidir… 
Bu zorunluluk yükseköğretimin özerkliğinin zedelenmesine olanak tanıyamaz. Yani bilimsel düşüncenin baskı altına alınmasına olanak veremez, vermemelidir…
Bu zorunluluk yükseköğretimin iktidar parti veya partilerinin arka bahçesi olmasına olanak veremez, vermemelidir…
Bu zorunluluk tüm çalışanların ve kaynakların etkisiz, verimsiz çalışmasına ve kullanılmasına izin veremez, vermemelidir…
Evet bugün yükseköğretimin yönetimi sorunu bir bakıma bu dört sorunu aşma sorunudur.  Yani özerk olma, verimli olma, politizasyonu aşma ve milli iradenin gücünü akılcı bir biçimde dengeleme sorunudur. Özcesi bu dengeyi kurarak nasıl daha demokratik, daha üretken, daha etkili ve verimli, özerk ve bağımsız olunacağı sorunudur…
Kuşkusuz üniversite ve yönetimi konuları çok tartışmalı konulardır... Ancak üniversiteler yönetme gücünü özünden alan eleştiriye açık kurumlar olmalıdır…
Öğretim elemanları etkili ve verimli çalışmalı;  sorunlarına ve çözümlerine sahip çıkmalı; taşın altına ellerini koymalıdır…
Üniversiteler evrensel düşüncelerin bilimsel ilke, teknik ve yöntemlerle araştırılıp bulunacağı alanlarsa, yeniden yapılanmayı tartışmalıdır…
Çünkü Türkiye bizim! Üniversiteler de hepimizindir ve geleceğimizdir…

Şahin Erden Kuyumculuk
1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

Bu Eskişehir haberi ilginizi çekebilir! İlginç Eskişehir haberi