Efendim memur ve emeklilerin yeni dönem zam oranlarının belirlenmesiyle birlikte sendikalar ve sendikacılık yeniden tartışılmaya açıldı
Efendim memur ve emeklilerin yeni dönem zam oranlarının belirlenmesiyle birlikte sendikalar ve sendikacılık yeniden tartışılmaya açıldı. Öncelikle şunu vurgulamak isterim ki oldum olası işçi-işveren ilişkilerine ilgiliyim. Akademik dünyada da yönetim, insan kaynakları ve sendikalarla yakından ilgilendim; dersler verdim akademik çalışmalar yaptım. Şimdi bunca yıllık deneyim, çalışma ve emeğime dayalı olarak sendika işçi-işveren ilişkileri üzerine yazmaya koyuldum.
Sendika deyince bizim aklımıza genelde çalışanların, işçilerin, memurların örgütlenmesi akla gelir. Halbuki işveren sendikalarımız da var. İşin özü sendika genel anlamda işçi veya işveren üyelerinin hak ve çıkarlarını koruma amaçlı oluşturulmuş dayanışma örgütleri olarak tanımlanırlar. Ancak sendika denilince bizler daha çok işçi ve memur sendikalarını anımsarız.
Tarihsel olarak bakıldığında bugünden kimi farklılıkları olmakla birlikte; ilk işçi sendikaları sanayi devrimi sonrası emekçilerle işverenler arasındaki güç eşitsizliğine karşı oluşan dayanışma örgütleri olarak işlev görmüşler. Ülkeden ülkeye gelişim koşulları, evre ve nitelikleri farklı olmakla birlikte yardımlaşma sandıklarının ve meslekî sendikaların bir bakıma loncalara benzer süreçler geçirdikleri bilinmekte. Bugünkü sendikacılığa temel olan asıl gelişim İngiltere’de ve Kıta Avrupa’sında gözlenmiş. Bu bağlamda ilk sendikaların emek ile sermaye arasındaki çelişkiye dayalı sosyalist orijinli olduğu söylenebilir. Nitekim bugünkü sosyal demokrat tandanslı İngiliz İşçi Partisi’nin kökü maden, kömür ve çelik ocaklarında çalışan emekçilerin örgütlenmesine dayandığını ifade edelim.
Dünden bugüne sendikal örgütlenme konusunda vurgulanması gereken noktalar şu biçimde sıralanabilir:
* Sendikalar salt emekçilere ait bir örgütlenme değil ve işverenlerin de sendikal örgütlenmeleri de var.
* Sendikal örgütlenmelerin ilk çıkışında dayanışma ve yardımlaşma temaları ağır basmakla birlikte tarihsel gelişim sürecinde sendikalar sosyal, ekonomik ve politik işlev yüklenen demokratik kitle örgütleri olmuşlar.
* Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası 1970’lerin sonu 80’lerin ilk yarısına kadar dünyada sendikalar önemli güç edinmişler.
* Sendikaların gelişimde şu faktörlerin rol oynadığı vurgulanır: Birinci faktör, grevli toplu sözleşme hakkı elde edinilmiş olmasıdır. İkinci faktör, sosyalist bloka karşı kapitalist dünyanın, sendikal örgütlenmeyi demokrasinin önemli bir kazanımı olarak görmesidir. Üçüncüsü ise kitle ve sınıf sendikacılığı anlayışıyla toplumda örgütlü bir güç oluşturmalarıdır. Nitekim bunun yansımaları bizim toplumda 1970’lerde Karaoğlan Ecevit hareketinin ve sosyal demokrat-demokratik sol ve sosyalist düşüncenin kitleselleşmesini doğurmuştur.
* Türkiye’nin memur sendikacılığı konusunda 1960’larda gösterdiği gelişim ve ortaya koyduğu model özellikle asker ve sağ ideoloji taraflarınca sakıncalı görülmüş ve 12 Mart 1971’deki yeni düzenlemeyle sendikal örgütlenme yasaklanmıştır.
* Memurların sendikal örgütlenme istekliliği, 1990’larda yeniden yükselmiş 2001 yılında 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu çıkarılarak memurlara grevsiz bir sendikal örgütlenme olanağı verilmiştir.
Sendikalara ilişin güncel gelişmeler, saptamalar, meseleler ve yorumlar
* Dünyada ve Türkiye’de işçilerin sendikal örgütlenme oranı sürekli azalma eğilimindedir. Buna karşılık Türkiye’de memurların sendikal örgütlülüğü önemli bir artış göstermekle birlikte hala düşüktür. Türkiye’de özellikle memur sendikacılığı; emekçi odaklı sosyal, ekonomik kazanım ve kurumsal gelişimden çok siyaset odaklı çalışmaktadırlar.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) dışında işçi sendikaları genelde kamuda sarı sendika hüviyetinde sendikalar gibi görünmektedirler. Özel sektörde dirençli ve bedel ödeyerek örgütlenen sendika sanki sadece DİSK’tir. Bunun temel nedeni DİSK’in tarihsel olarak köklerini geleneksel ve ideolojik olarak işçi sınıfı örgütlenmesinden alıyor olmasına dayandırılabilir.
* Türkiye’de memur sendikacılığı, sendikacılık olmaktan öte politik particilik mücadelesine dönüşmüştür. “Bana sendikanı söyle, sana politik duruşunu söyleyeyim” misali vıcık vıcık politikleştirilmiştir. Sendikaların kimi yöneticileri veya üyeleri kurumlarda atama, yükseltme benzeri iş ve işlemlerde kayırmacılık örnekleriyle zaman zaman basına yansımaktadırlar. Kamu personeli arasında ayrım, kayırma sürekli olarak şikâyet konusu olmuş; sendikalar bu yönüyle daha çok gündeme oturmuştur.
* Sendikaların sosyal ve ekonomik teorik bir arka planının olması farklı; doğrudan partici veya ideolojik basma kalıpçı olması farklı şeyler. Şöyle ki yaşamda hiçbir şey siyasetten soyut olmaması gerçeği farklı kurumsal veya bireysel her şeye bağnaz ve tek yanlı bakmak farklı şeyler. Türkiye bugün memur sendikaları marifetiyle kamu kurumlarını adeta parti kurumu haline çevirmiş gibidir. Siyaset-yönetim ayrımı ile kamunun kanunlar önünde yurttaşlara eşit hizmet sunma ilkeleri demokratik kamu yönetiminin aşil topuğudur. Ne yazık ki Cumhuriyet döneminin son memur sendikacılığı, çeyrek yüzyıla yaklaşan uygulamaları ile artık kamu yönetimine zarar veren, kamu görevlileri arasında huzuru bozan, onları belirli görüşe göre baskılayan, ayrıştıran, popülizmi teşvik eden kimi olumsuz özellikleri ile dikkat çekmektedir.
* Sendikalardan birkaçı yöneticilerinin maaş ve diğer gelirlerini memur maaşlarına göre belirli kurallara bağlamıştır. Bununla birlikte kimi sendika başkan ve yöneticilerinin maaş ve diğer gelirlerinin özdeşi çalışma arkadaşlarının dört-beş katı civarında tutmakta oldukları görülmektedir. Bu durumun ise son dönemde memurları ve kamuoyunu son derece rahatsız ettiği kimi medya organlarında görülmektedir.
Sıradan memur ve işçi arkadaş şu soruları sormakta haklı değil mi?
Gerçekten sendika başkanları ve yöneticilerinin ekmek elden şu gölden misali hemen hemen tüm harcamaları sendika tarafından karşılanırken, bu maaşlar neden bu kadar yüksek?
Siz ortalama memurun maaşının beş katı maaşı kendinize hak görürken, sendikacı olmasaydınız ne yapacaktınız?
Yıllar önce rahmetli İlhan Selçuk bir yazısında “Kâtip uykudan uyanır mı?” diye sormuştu…
Artık kâtibin yani memurun belki önceki yıllar gibi devlette ve toplumda bir ağırlığı yok. Ancak işsizliğin son derece yüksek olduğu toplumda iş bulmuşluğun ve iyi kötü ekmek parasını elde etmişliğin güveni ile eller mahzun ben mahzun…