Oldum olası futbolu sevmişimdir. Naylon topa ilk vurduğumuzda daha ilkokulun başındaydık. Bilmem kaç kuruşa zar zor biriktirdiğimiz paracıklarımızla bakkaldan aldığımız mavi beyaz, kırmızı beyaz renkli naylon toplarımız vardı. Belki de o toplar sermayesi ve dolayısıyla mülkiyeti bize ait ilk edindiğimiz nesnelerdi…
Oldum olası futbolu sevmişimdir. Naylon topa ilk vurduğumuzda daha ilkokulun başındaydık. Bilmem kaç kuruşa zar zor biriktirdiğimiz paracıklarımızla bakkaldan aldığımız mavi beyaz, kırmızı beyaz renkli naylon toplarımız vardı. Belki de o toplar sermayesi ve dolayısıyla mülkiyeti bize ait ilk edindiğimiz nesnelerdi…
Yoksulduk ama şendik ve gururluyduk. En azından bir kısmımızın pantolonları yamalı ya da yaz geldi diye uzun pantolonlarımızın tam yırtıldığı yerden kesilip kısa pantolon yapıldığı günlerdi. Bir de millî bayramlar için okul tarafından önerilenler içinde futbol formasına uygun olanını seçmeye çalıştığımız kıyafetlerimiz vardı, en mutlu olduğumuz… Bayramdan hemen sonra kurdeleyi kullanarak evden habersiz arkalarına 7, 9, 10 numara yazmaya çalıştığımız…
Veya evet evet evet!
Fanilaları kaynar suda mavi, mor veya kırmızıya boyayıp forma yapma kaçamaklarımız vardı biz çocukken. Arkalarına numara yazmak da bir başka beceriksizliğimizdi. Biz çocuklar ya da yeni gençler için futbol oynamak, maça gitmek, televizyondan saatlerce ayakta kalarak kahvehanenin camından beleş maç izlemek bir sevdaydı altmışlarda veya yetmişlere geçerken...
Yorulmak nedir, doymak nedir bilmezdik. Tuttuğumuz takımın kadrosunu ezbere saymak; Halit Kıvanç, Orhan Ayhan ya da Necati Karakaya’ya özenerek maç anlatmak meşgalelerimiz arasındaydı.
Örneğin Es Es’in efsane kadrosunu 1970’lerin gençleri veya çocukları ezbere bilirdi.
Benim bile kısmen hatırımda.
Taşkın, B. Burhan, Abdurrahman, Faik, Kamuran, İsmail, Fethi, Nihat, K. Burhan, Şevki, Vahap; hatırladıklarım… Hele hele “Fethi, Nihat, Ender; filelere gönder.” belgileri, unutulmaz orkestra şefi Amigo Orhan….
Efendim, hocam ya nereden buldun bunları! Şimdi sırası mı?
Evet, bir bakıma sırası. Bugünlerde Avrupa Futbol Turnuvası var ya…
Bizim 78’liler için futbol o yıllarda özellikle yaşama soldan bakanlar için bir afyon; bir uyutucu olarak belletilmişti. Bir yandan tümüyle politize edilmiş bir kuşağın eğri, yanlış, doğru ideolojik katılıkla donanmış davranışlarıydı, davranışlarımız bir bakıma.
Paradigmalar, belirli ilkeler dahilinde bütünleştirilmiş sistemli bilgi demeti. Paradigma sözcüğü, Latince kökenli bir sözcük. Genel olarak toplumların bakış açısını, ön kabul ve yargılarını belirleyen ölçütlere dayalı düşünce sistematiği olarak da tanımlanıyor. Türk Dil Kurumuna göre de değerler dizisi demekmiş. Bizim kuşak kuşkusuz epey meraklı; bir kısmı çokça okuyan, araştıran, sorgulayan kuşaktı. Ancak yanlılık yönü baskındı. Aslında paradigmalar düşüncenin edinimi, analizi ve yordanması için önemli kaynaklar. Bütün sorun paradigmaları inanç haline getirip ideolojiye tapmamayı becermektir.
Peki bunların futbolla ilişkisi nedir, sorusuna bakın nasıl bir yanıt!
Öncelikle bir olay, durum veya düşünceyi salt bir paradigmaya göre değerlendirmek hastalığından kurtulmalıyız. Çok yönlü ve nesnel değerlendirme temel ilkemiz olmalı. Yaşam ne salt yeme içme ne eğlence ne de salt politikadır. Yaşam; hepimize olaylar ne olurlarsa olsun yaşama sosyal, ekonomik, politik, pedagojik, kültürel, psikolojik tüm yönleriyle bütüncül bakmak zorunda olduğumuzu bize öğretmektedir.
Örneğin futbolun 3F yani “futbol, fiesta ve fedo” ile insanları uyuşturduğu, kitleleri apolitikleştirdiği savı genel kabulle sol sosyalist paradigma bağlamlıdır. Evet futbol insanları uyutmak, milli değerlerin sömürülmesi ve otoriter yapının sürdürülmesi için kullanılmıştır. Tersine milli duygular ve ulusal bağımsızlık bağlamında da işlev görmüştür. Tüm bunlara karşılık özü sözü, önü arkası futbol bilinçli insanlarla insanın hem eğlencesi hem de sağlığı için olumlu işlev de görür, gördürülebilir.
Evet, futbol da güzeldir ve gereklidir. İster oynayarak ister izleyerek… Kötüye ve olumsuza yer vermemek koşuluyla tribün şovlar, oyunda duyulan heyecan, barış ve sevgiyle sarmaş dolaş kutlamalar veya “gooooolllll” deyişin sevinci…
Evet, futbol da güzeldir ve gereklidir. Farklı paradigmalara göre akademik bir çalışmanın değeri de doyulmazdır sanırım. Farklı paradigmalar futbola ilişkin ne diyor; topçuların, beden eğitimi öğretmenlerinin görüşlerini çalışsak ne kadar hoş çalışmalar olur.
Evet, futbol da güzeldir ve gereklidir. Halit Kıvanç ağabeyimizin anlatışı… “Golden Goals” Altın Goller 1966 Dünya Kupası filminin öyküsü... Kulüplerin tarihinin öyküleyişi, futbolcuların analizi hepsi ama hepsi birer tatlı örnek değil midir?
Evet, futbol da güzeldir ve gereklidir. Her bir kulübün tarihsel öyküsü… Kim bilir, nerelerden nereye gelişleri… Örneğin Altınordu Spor Kulübünün İzmir’de 26 Aralık 1923 tarihinde kurulduğunu, renklerinden kırmızının Kurtuluş Savaşı’nın isimsiz kahramanları olan şehit ve gazilerimizin kanından, lacivert rengini ise sağlamlığı ve gücü temsilen çelikten aldığını kaçımız biliriz.
Evet, futbol da güzeldir ve gereklidir. Eskiden 1960’lar ve sonralarında İstanbul, İzmir, Bursa, İzmit, gibi birçok irili ufaklı kentimizde her kıraathanenin bir mahalle takımına kulüp yuvalığı yaptığını büyüklerimiz bizlere anlatırdı. Gençleri kötü alışkanlıklara karşı bir araya toplamak ve mahalle ruhu yaratmakmış belki de amaç.
Evet, futbol da güzeldir ve gereklidir. Sadece erkekler olmamak koşuluyla kadın, erkek bir arada çay, kahve içerek kötü politikacıların kem sözleri, kin ve nefret eken nutukları yerine ailecek arkadaş grubuyla bir arada seyretmek… Bir ara gol olduğunda sevinci paylaşmak; “goooollll” diye bağırmak, sarmaş dolaş sevincimizi ortaklaşa kılmak ne güzeldir.
Evet, futbol da güzeldir ve gereklidir. Mahallenin ya da kamu kuruluşu işletmenin çocuklarının bir araya gelerek çift kale maçları… Yok penaltıydı, değildi tartışmaları. Akşam ezanını geçen vakitte yırtık pantolonla eve çaktırmadan giriş, pantolonu ebeveynlerden saklayış… Rahmetli Şinasi Kula’nın bitmek bilmeyen azmi, şık voleleri… Beyaz ve Kara İbo’nun deparları… Pazar sabahı radyoda Aziz Nesin’in “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”ı biter bitmez Dündar Ağabey’in güler yüzlü koordinatörlüğünde Pazar Günü maçları… Ardından evde, derslere çalışmıyorsunuz fırçaları…
Evet, futbol da güzeldir ve gereklidir. Avrupa ve dünya kupalarında maç öncesi millî marşları dinlerken oyuncu ve seyircilerin duygulu bakışları… Maçın gidişine göre umutlar, umutsuzluklar, direnişler, inatla galibiyete odaklanışlar…
Evet, futbol da güzeldir ve gereklidir. Ancak bazı çekinceleri de koymak gerekir.
Futbola bakarak uyumamak gerekir. Futbol sadece endüstriyel anlayışla alınırsa afyona dönüşmesi kaçınılmazdır. Bu nedenle futboldan öte spora, “Yaşam boyu, sağlık için spor!”u yaygınlaştırmamız bir gerekliliktir. Okullarda, ailede özetle resmî ve özel yaşamda sporu yaşamımızın bir parçası yapmamız bir modernleşme örneğidir.
Kıssadan hisse dersimizin ana fikri şöyledir, desek… Aslında yani demem o ki spor güzeldir ve gereklidir. Psikolojik, sosyolojik, kültürel, ekonomik ve politik gerçeği de göz önünde tutarak spora bireysel ve toplumsal sağlık için ayrı bir değer vermek zorundayız.