Bugünkü yazımızda iki parçacık üzerine söyleşelim dedim.
Bugünkü yazımızda iki parçacık üzerine söyleşelim dedim.
Akademi ve toplum
Sorunların bilimsel olarak araştırılması üniversitenin olmazsa olmaz görevlerinden biri. Peki çokça araştırma yapılıyor mu?
Evet! Peki bu araştırmaların ülke sorunlarının çözümüne katkısı nedir diye sorulsa!
Bu konuda görüşler epey karamsar…
Öncelikle keçi can derdinde kasap et hayında misali akademisyen yükselme ve kadro derdinde. Toplum; sorunlarına çözüm yolu bulunsun derdinde…
İkinci olarak üniversite ve toplum yer yer küskün. Çünkü toplum güven duymuyor akademiye. Ne yazık ki sokakta eş, dost, tanıdık okumuş okumamış hep akademiden şikayetçi ve gün geçtikçe akademi güveni iyice yitiriyor. Bu güven yitirişte rektörlerin atanmasından, idari görevlere atamadaki kayırmacılık iddialarına oradan eğitimin niteliğine kadar her konuda yoğun serzeniş var…
İfade etmeye çalıştığımız şikayetler aslında yapılan iyi işlerinde üstünü de örtüyor.
Alın Eskişehir üniversitelerini… Havaalanından açıköğretime, oradan sağlık alanındaki gelişmelere oradan özel eğitime, oradan raylı sistemlere kadar hepsinde üniversitelerin katkısı hiç mi hiç yadsınamaz… Ancak bu noktada üzücü olan; bunların çoğunun Büyükerşen’den kalma projeler olmaları.
Ufkumuzu genişletmeliyiz. Sadece ufuk genişletmek yetmiyor. Yönetsel yapı çok farklılaştı. Eskilerde 12 Eylül döneminde bile üniversiteler bugünle kıyaslanmayacak kadar yerinden yönetim anlayışına daha uygun ve göreceli daha özerktiler… Düşünsenize Konya araştırma görevlisinin işine son vermiş. Anadolu’da rektör yardımcısı rahmetli Akar Öcal Hocam aramış bulmuş atılan kişiyi kadroya almış. Akar Hoca demiş ki Cim savcılığınca suçun var mı? Yok! Gel öyleyse…
İnal Cem Aşkun Hoca Ankara Eğitim Bilimlerine gitmiş. Cumartesi Pazar Eskişehir’e gelin bizim asistanlara uzaktan eğitim üzerine doktora dersi verin. Her şey bizden…
Nereden nereye? Eldeki olanaklar dünden çok ama çok iyi… İyi işler de kotarılıyor. Bir masa, bir sandalye ve bir telefonla başlayan yolculuk hızla büyüyerek ve yetkinleşerek sürüyor. Gönül maddi manevi daha iyilerini istiyor biraz da sorun burada…
Bardağın dolu tarafını da boş tarafını da görmek gerek…
Uzaktan eğitimle eğitimden uzaklaşıyor muyuz?
Malum salgın dönemiyle birlikte uzaktan eğitim yapmak durumunda kaldık. Zaten yüz yüze eğitimle tatmin olmadığımız yığınla sorunla boğuşan bizler yeni durumla yeni sorunlarla karşılaştık.
Öncelikle birkaç üniversite ve kurum dışında çoğumuz uzaktan eğitime uzaktan bakıyorduk. Ya işte ya örgünde yer bulamayanlar ya da ikinci diploma peşinde koşanlar ya serbest zamanlarını değerlendirenler gidiyorlar gibi biraz da olumsuz bir perspektiften…
Hâlbuki uzaktan eğitimin eğitimde bir başka açıdan devrim olduğunu kesinlikle kabul etmemiz gerek. Şöyle ki
Eğer bugüne kadar binlerce olanaksız yurttaş yükseköğretim olanağı bulduysa bu uzaktan eğitimle…
Eğer bugün binlerce memur derece kademe yükseltme olanağı bulduysa bu uzaktan eğitimle…
Eğer bugün binlerce öğretmenimizi hizmet içi eğitimle gelişme olanağı sunmuşsak bu uzaktan eğitimle…
Eğer bugün salgında iyi kötü eksik fazla bir şeyler kotarabildiysek o da uzaktan eğitimle…
Gönül daha iyisini başarmak istiyor kuşkusuz… Ancak bilmeliyiz ki uzaktan eğitim tek başına eksiktir…
Eğer nitelikli eğitim ve nitelikli yetişmiş insanı amaçlıyorsak, …
Uzaktan tezsiz yüksek lisans programlarından başlayarak kesinlikle yaz okul programları öğretim programlarına konmalı ve zorunlu olmalı…
Giderek uzaktan eğitimlerde belirli bir dönem yüz yüze eğitim uygulamalarına yer verilmeli…
Uzaktan eğitim programlarının sınavlarının yüz yüze, klasik ve ödev türleriyle geçerlik ve güvenirliğinin sağlanması yollarını bulmalıyız.
Aslında burada niyet çok önemli. Nitelik mi nicelik mi?
Uzaktan eğitimle eğitimden uzaklaşıyor muyuz kuşkusu eski tüfeklerde çok gibi. Halbuki mektupla eğitimi en çok da onlar savunmuştu. O olanaksızlıklara rağmen yaz okulları vardı…
Burada yazıyı aynı sözle bitirelim.
Bardağın dolu da boş ta tarafını görmek gerek…
Ancak sorun biraz da boş tarafın nasıl doldurulacağı sorunu gibi…