Tencere dibin kara, seninki benden kara
Tencere dibin kara, seninki benden kara
Güzel yurdum; her konuda dilim dilim, parça parça bölünen tartışan bir dünya. Tartışmaktan çok çatışan olduk sanki. Kimimiz için dün söylediklerimiz yalan yanlış… Neyse ama biz bugün yüz seksen derece ötedekilerle el ele, kol kola… Tam karşıt yerde… Sıradan hiçbirimizin belki de söyleyemeyeceği sözlerle saldırdığımız kişilerin tam yanında, ağız dolusu kem sözle bu sefer öbürlerine...
Evinde, işinde gücünde sade yurttaşlarımız ekmek derdinde ve olanlardan son derece üzgün hatta mustarip. Sıradan insanlarla konuşmanızı isterim. Sıradan, işinde gücünde, işli işsiz halkımızla… Fazla değil beş dakika sohbet etseniz; nasıl dertli, nasıl üzüntülü bir görseniz…
İnanın halk ekmek ve can derdinde.
Siyasetçimiz koltuk derdinde.
İnanın halkımız nitelikli okul, mektep, eğitim derdinde.
Patronlar dolar üzerinden para derdinde.
İnanın halkımız çoluk çocuk nasıl ederiz, geçiniriz derdinde.
Siyasetçim laf ebeliğiyle oy derdinde.
Bir grup garip dükkanında ekmek derdinde.
Bir grup siyasetçi mağduriyet rolüyle oy derdinde.
İyi güzelim öğretmenlerim nasıl öğretiriz derdinde.
Öğrenciler EBA ile zom zoma (Halk zooma böyle diyor.) girme derdinde.
İşte yukarıdaki örnekler özünde “Koyun can derdinde, kasap yağ derdinde.” atasözümüzle açık ifade edilir, bilirsiniz. Biraz daha açmak ihtiyacı duyarsak özü şöyle: Kötü bir duruma düşmüş, büyük zarara uğramış kimi kimseler acı içinde kıvranırken kimileri de küçük yararlarını düşünürler ve hiç umursamadan bu durumdan istifade etmeye çalışırlar.
Halkımızın bir kesimi “Haber ve televizyon izlemiyorum.” diyor. Ne acı! İnsanlarımız günlük olayları izleyip haberdar olmaktan kaçıyor. Halbuki biz çocukken dedeler, babalar büyüklerimiz “Evlat, aç şu radyoyu; ajansı dinleyelim!” diye seslenirlerdi, saat 19 sularında…
Siyasetin dili çok kötü değil çok ama çok kötü. İnanın ben de siyasi haberleri izlerken midem bulanıyor. Yazık, çok yazık!
Bu nasıl bir dil! İfadeler ne kadar çirkin! Tencere dibin kara, seninki benden kara.
Eğitim, mektep ve akademi nereye?
Covid 19 ile sadece yeni değil yepyeni bir dönemin başladığını gün geçtikçe daha iyi öğreniyoruz.
İki binli yıllarla birlikte karşı karşıya olduğumuz genel panorama şöyle:
Doksanlı yılların ikinci yarısıyla birlikte eğitime önemli bir pay ayırmaya başladık. Bu güzel bir gelişmeydi. Ancak kente göçün bir sonucu olarak köyler boşaldı, köy okullarımız kapandı. Bunun köyde olumsuzluğa neden olduğu açık. Özünden koparılmış kuru laiklik tartışmaları ile ülke, doğruyu bulmanın aksine daha da olumsuza doğru evrildi gibi.
İki binli yıllarla birlikte adım adım nitelik yitiren kamusal eğitim… Sadece belirli bir gruba hizmet eden özel okullar furyası ile yüz yüze geldik. Dershaneler, zorunlu bir aşama gibi olmuştu artık.
Yeni zorunlu eğitim ucubesiyle bir başka çöküşe evrildik zamanla. Üniversiteye girişe kadar sözüm ona zorunlu eğitim… Öyle zorunlu eğitim ki içinde mesleki eğitim var, akademik lise de var. Oh, oh! Ama içi iyice boşaltılmış; bezgin öğretmen, ideolojik bakışlı yöneticiler…
Üniversite 90’lı yıllarda yığınla sorunla, iyice salt ideoloji odaklı kimi yanlış rektör atamaları…
İki binli yıllarla birlikte mezun istihdam dengesi önemli ölçüde bozulmaya yüz tutmuş yükseköğretim…
Araştırma, atanma, yükselme kaygısı ile öğretimin iyice nitelik yitirdiği 2010’lu yıllar…
Özerkliği olumsuz etkileyen, kurumları iyice politikleştiren, bitmek tükenmek bilmeyen rektör atamaları…
Öyle böyle derken geldik bugünlere.
Öncelikle şunu belirlemeliyiz ki çok büyük öğrenme kayıplarımız var. Her kademede çok ama çok büyük kayıplarımız olduğu çok ama çok açık.
Şimdi sorun bu kayıpları nasıl tamamlayacağımızdır.
Görünen o ki elimizde olası gelecek içinde pek öyle bir plan yok gibi. Özü, işimiz zor. Yaza bir şeyler yapalım desek turizmi ne yapacağımız sorun. Okulları yazın özellikle Akdeniz ve Ege’de açık tutmak çok zor. Çoğu bölgede yaz; hasat ayı, harman ayı. Gel, çık işin içinden. Özcesi zor günler bekliyor hepimizi.
Ne yapmalıyız?
Eğitimde de diğer alanlarda da öncelikle ideolojiyi değil; aklı, bilimi rehber edinmeliyiz.
Kamu yönetimini kayırmacılıktan steril etme yolunu bulmalıyız. Ortak pragmatik toplumcu bir felsefe ve programı egemen kılmalıyız.
Kamu okullarını nitelikli kılmanın yollarını araştırmalıyız. Gelişmekte olan bölge okul ve eğitim programları ile kademeler arası geçişte pozitif ayrımcılığı temel alan yeni politikalar geliştirmeliyiz.
Ne desem ne yazsam az!
Cahit Sıtkı Tarancı’nın dilekleriyle bitirelim.
Memleket İsterim
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Ne zengin fakir ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikâyet ölümden olsun.
Sevgiyle, dostlukla kalın. Diliniz, barış dili olsun.