Bazen ülkeye, yaşanan hayatlara, özellikle sosyal medyaya bakınca sadece Eskişehir meseleleri ile ilgili bir köşe yazmaya epey zorlanıyorum.
Bazen ülkeye, yaşanan hayatlara, özellikle sosyal medyaya bakınca sadece Eskişehir meseleleri ile ilgili bir köşe yazmaya epey zorlanıyorum.
Çünkü Eskişehir olarak biz aynı otobüsün tek bir koltuğuyuz. Otobüs freni bozuk bir şekilde yokuş aşağı giderken buna seyirci kalabilmenin, o tek koltuğu kurtarmanın, emniyete almaya çalışmanın pek de akıl işi olmadığı ortada.
Şu an şehrin yolları altın kaplama olsa, şehirdeki herkesin bir eli yağ diğeri bal içinde olsa ve Eskişehir insanları en mükellef sofralarda en şatafatlı evlerde yaşasa ne olur?
Eskişehir’e her gün 250 uçak seferi olsa, çevreyolu 18 şeride çıkarılsa, Eskişehirspor şampiyonlar ligi şampiyonu olsa ne fark eder, mutsuzluktan kurtulabilir miyiz diye düşünmeden edemiyorum.
Çünkü ülke yangın yerine dönüşmüş durumda.
Bir yanda gerçek bir ekmek kavgası, diğer yanda tehlikeli sınırlarda gezen mülteci sorunu var.
Adalete güvenen kalmadı, eğitim ve öğretim can çekişiyor, tarım politikası içler acısı bir durumda.
Yıllarca övünülen sağlık sistemi çöküyor, vatandaş doktorlardan nefret eder hale geldi.
Üniversite bitirmenin herhangi bir anlamı kalmadı.
Hak ederek bir yere atandığını düşündüğümüz, derde derman olacak kadar konuya hakim dediğimiz bir bürokrat, yönetici bile kalmamış durumda.
Yahu ülkenin futbolu bile Uganda standartlarının altında şike, kolpa, siyasi lobinin sirayet ettiği saçma sapan ve sahipsiz bir yönetim anlayışla çöktü, gitti.
Sanatımız, edebiyatımız, müziğimiz, şiirimiz yani sanatçı, yazar, müzisyen, şairimiz bile can çekişiyor memlekette. Bir yere kadar türkülerin ekmeğini yiyen, sol tandasın türküleri ile gelenlerin gözden düşünce saray sofrasında dalkavukluk yarışından ya da muhalif kanadın puanlarını toplama derdine düşerek, söylemi ile eylemi birbirine tezat isimlerle sanata dair ne üretilebiliriz ki…
Cehaletin tırmandığı, insanlığın hızlıca ivme kaybettiği ve samimiyetsizlik yarıştırılan en önemli mecra ise sosyal medya.
Sosyal medya hepimizi esir eden modern çağın deccali olarak adeta insani erdemlerimizi boşaltıyor.
O kadar garip ki yaşadığı ömre bir eşek kadar faydası olmayan bazıları kendini her canlıdan üstün görüyor.
Kendi ismiyle paylaşım yapmaktan korkanlar gazetecilere cesaret testi yapmaya kalkıyor.
3 satır yazıyı okumaktan aciz olanlar beyin cerrahına ameliyat öğretiyor.
Dolmuşta para üstü gelmese sesini çıkarmaya utananlar twitter paylaşımında aslan kesiliyor. Kimileri doğruluğundan emin olmadığı bir iddia ile otomatik linçlerin parçası oluyor. Kimileri ise sırf dikkat çekmek uğruna içindeki kötüyü besliyor ve mesela sokaklardaki köpek sorununu onların öldürülerek, işkence edilerek çözüleceğini söyleyecek kadar ayarını kaçırmış halde. Çünkü bu kötü düşüncelere dahi popülist birine destek vereyim, yaranayım diyen başka kötüler var.
Ülkenin TV’leri, dizilerini yani kitle iletişim araçlarını hiç sormayın.
Bir kere Türkçe diye bir dil kalmadı. Ne olduğu anlaşılmayan bir dil ile Türkçeye ihanet eden, anadiline düşman isimler TV ekranlarının gediklisi olmuş durumda.
Hayattaki tek meziyeti poposu olanlar oturup saatlerce bir başka şarkıcının külotunu tartışıyor.
Polisin işini bir kadın yapıyor. Hiçbir yetkili de demek ki biz olayları çözemiyoruz, kayıpları bulamıyoruz, zayıfız, bu program aslında bizi aşağılıyor diye düşünmüyor. Üstüne bu programa destek veriyor. Bu kadın ise hem de karşısına çıkarılan her garibana tepeden bakıp ona milyonlarca insan önünde hakaret edebilecek kadar cüretkâr hem bundan ötürü kendisine sorgulamadan kahraman diye arka alanlar olduğunun farkında.
Dizilerin hemen hepsinde kadınlar entrikacı, yuva yıkan, şeytanla işbirliği yapan bir rolle izleyici karşısına çıkarılıyor.
Erkeklerin hemen hepsi zengin, çalışmadan lüks içinde yaşayan, plazada yaşayan ve katil bile olsa pek yakışıklı, pek haklı, aman ona bir şey olmasın rolünde biliyorsunuz değil mi?
Amaç iç dökmekse sayfalar dolusu yazabilirim, konuşabilirim. Ama bu yazdıklarım özne olarak yeterli diye düşünüyorum.
Çünkü bu benim değil aslında hepimizin her gün daha mutsuz, daha yorgun, daha huzursuz olmasına neden olay detaylar bütünü.
Hiç birimiz günahsız, hiç birimiz masum değil tabi ki…
Ama bazı yerlerde durmamız, serin kalmamız ve kendimizi bu nehrin akışına bu kadar kolay teslim etmememiz lazım.
Son olarak birkaç satır daha özel bir konuya değinmek istiyorum.
Bakın geçim sıkıntısı kaos ile içinden daha çıkılmaz bir hale gelebilir. Kaoslar ise her zaman iktidarın işine gelir.
Son zamanlarda birilerinin bile, isteye harladığı sığınmacı provokasyonu doruğa çıkmış bir durumda.
Bir yandan doğru, yanlış ama bizi öfkelendiren ve gergin bir ok gibi sinir uçlarına dokunan haberler pompalanıyor. Bu haberleri pompalayanlar sonra bu gerildiğini bildiği insanlara hümanizm adı altında masallar anlatmaya kalkıyor, yani mültecileri yanlış yer ve zamanda savunarak gerginliğe ince ayar yapıyor.
Korkuyorum çünkü haklıyken haksız duruma düşmemiz ve toplumsal kaos için birilerinin ilk taşı atması bekleniyor. Farkındayım ama bu durumu değiştirecek kadar etkili değilim.
O yüzden sürekli herkesi uyarmaya, itidalli olmaya çalışıyorum.
Evet, ülkede ciddi hatta geleceğimizi tehdit edecek kadar büyük bir sığınmacı krizi var. Hükümet bu göç sorununu yönetemiyor, kontrolden çıkmış durumda.
Ama bu bireysel değil, öfkeyle, şiddetle değil ancak ve ancak bir plan ve politika dahilinde çözülebilir. 10 senede bu noktaya gelen şey 2 günde çözülmez, unutmayın.
Birilerinin ekmeğine yağ sürmeyin.