2024 yılında 394 kadın cinayeti ve 259 şüpheli ölüm gerçekleşti. Bu rekor verilerin ardından 2025 yılı ise “Aile Yılı” ilan edildi. İktidarın aileyi kutsallaştırarak kadını geri plana attığını söyleyen Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Av. Funda Güney Kökçınar, “İstediğiniz kadar kutsallaştırın, şiddet varsa aile yoktur” dedi.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre,geçtiğimiz yıl 394 kadın cinayeti ve 259 şüpheli kadın ölümü gerçekleşti. Platformun veri toplamaya başladığı 2010 yılından beri kayda geçen en yüksek rakama ulaşan kadın cinayetleri ve şüpheli ölümlerin toplumsal ve hukuki boyutunu Eskişehir Barosu Kadın Hakları Komisyonu Başkanı Av. Funda Güney Kökçınar değerlendirdi.
İKTİDARIN POLİTİK TERCİHİ
Verilerin toplanmaya başlandığı 2010 yılından beri kadın cinayetlerinin en az olduğu yılın İstanbul Sözleşmesi’nin kabul edildiği yıl olduğunu belirten Kökçınar, “İktidarın, tek adamın İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği günden beri cinayet sayısı artıyor. Burada İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin de etkisi olduğunu düşünüyorum. Tabii ki tek neden bu değil, birçok neden var. Aslında 6284 Sayılı Kanunumuz var bizim. Şu an sıkıntılı bir hukuki zemin olduğunu düşünmüyorum ama İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılması politik bir tercihti ve bir anlayışı gösterdi. Ve toplum içerisinde çok farklı bir algı yaratıldı” dedi.
CİNAYET VERİLERİYLE YÜZLEŞMEK ZORUNDASINIZ
Resmi kurumların STK’lardan alınan verileri görmediğini vurgulayan Kökçınar, “İstanbul Sözleşmesi tabii ki kadınların en büyük kazanımıydı ancak bizim 6284 Sayılı Kanunumuz da İstanbul Sözleşmesi referans alınarak hazırlandı. Bizim için hâlâ yürürlükte olan bir sözleşme fakat İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasıyla toplumda sanki 6284 Sayılı Kanunu’nun da etkisizleştirildiği yönünde bir algı yaratıldı. Verilere baktığımızda bunu açıkça görebiliyoruz. Bu bir gerçek ve iktidar bunu kabul etmiyor. Valilikteki toplantılarımızda Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu’ndan ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerini göremiyoruz. Bu veri sorunu çok büyük bir problem. Veriler belki de en önemli etmenler. Bütün o gidişatı izlemek ve buna yönelik politikalar üretmek için o verilerle yüzleşmek zorundasınız. Bu anlamda devletin kasıtlı olarak veri toplamama durumu var. Biz bunu adliyelerde de çok yaşıyoruz. Mahkemelerden uzaklaştırma kararlarının ihlal edildiği, ne kadar zorlama hapsi verildiğine dair veriler paylaşılmıyor. Genel olarak paylaşmama hali var. Dolayısıyla biz burada sadece platformların, STK’ların verilerine göre hareket edebiliyoruz. Bu gerçekleri Anıt Sayaç’ta da görebilirsiniz. Bu bile başlı başına çok sıkıntılı” ifadelerini kullandı.
KADIN YİNE ARKA PLANDA
İktidarın boşanmaları engellemek için hayata geçirmeyi planladığı ve HÜDA-PAR’ın da destek verdiği “Aile arabuluculuk sistemi” ile yine kadını arka planda bırakacak politikalar izlendiğini vurgulayan Kökçınar, “Kadınların şu an en büyük saldırıya uğradığı konu yaşam hakkı. Biz burada eşitlikten, cam tavandan söz etmemiz gereken yerde hâlâ yaşam hakkımızdan konuşuyoruz. Siyasi iktidar kadınların yaşam hakkını korumak üzerine bir politika üretmesi gerekirken aile çalıştayları düzenliyor. Aileleri kutsallaştıracak, ailelerin öneminden bahsedecek, kadını yine arka planda bırakacak politikalar üretmeye devam ediyor. Geçen ay bize Valilik’ten bir yazı geldi. Aile arabuluculuğuna ilişkin eğitim düzenlenmiş gerici bir vakıfla birlikte. Aile arabuluculuğu diye bir şey yok. İstanbul Sözleşmesi’nde de açıkça yasaklandı. Arabuluculuk Kanunu’nda da yasaklı… Aile arabuluculuğu şiddeti tamamen yok sayan bir uygulama. Kadınların zaten en çok şiddete uğradığı alan boşanma davalarıdır. Kadın cinayetlerini verilerine baktığımızda en çok şiddet ve cinayet evde gerçekleşir. Bunu inkar edemezsiniz. Veriler toplandığı zamandan beri böyle. Kadınların en güvensiz olduğu ve en çok öldürüldüğü yer ev. Babası, eşi, eski eşi… Böyle bir zeminde aile arabuluculuğunu konuşmak dahi çok yanlış” dedi.
TAZİYE MESAJI DEĞİL YAŞAMAK İSTİYORLAR
İktidarın kadın cinayetlerini önleyecek bütüncül politikaları hayata geçirmediğini söyleyen Kökçınar, “Kadın cinayetlerinin nasıl durdurulacağına dair bütüncül politikalar üretmek yerine Aile Bakanlığı sadece taziye mesajları yayınlıyor. Kadınlar artık taziye mesajları görmek istemiyorlar. Kadınlar korunmak istiyor, yaşamak istiyorlar. 2024’te öldürülen kadınların 20’sinin uzaklaştırma kararı vardı. Uzaklaştırma kararı alan bir kadının öldürülmesinden herkes sorumludur. O kararı uygulamayan kolluk görevlileri, zorlama hapsini vermeyen hakim, Adalet Bakanlığı… Bir bütün olarak herkes sorumlu… Şehrimizdeki Ayşe Tuba Arslan dosyasından hatırlarsınız. Ayşe’nin de çok fazla şikayeti ve 27 uzaklaştırma kararı vardı” ifadelerini kullandı.
HAKSIZ TAHRİK İNDİRİMİ FAİLLERİ CESARETLENDİRİYOR
“Haksız tahrik indirimi” kavramının faillerin sıkça başvurduğu bir yöntem olduğunu söyleyen Kökçınar, “Hukuk bu şiddetin son ayağıdır. Cezaların en üst noktada olmasının bir anlamı da yok çünkü ‘haksız tahrik indirimi’ diye bir şey var. İstanbul Sözleşmesi haksız tahrik indirimini yasaklar ama bizim mahkemelerimizde en çok uygulanan maddedir. Haksız tahrik indirimi faile ciddi anlamda indirim sağlıyor. Aldatmanın haksız tahrik indirimi olarak verilmesine, toplumda böyle bir algı uyandırılmasına kesinlikle karşıyım. Artık failler de bunu ezberledi. Ortada böyle bir şey olmasa bile sırf indirim almak için ‘aldatıldım, beni tahrik edecek kıyafetler giyip erkeklerin yanına gitti’ gibi ifadeler kullanıyorlar. Buna indirim verirseniz faillerin kullandığını görürsünüz. Aldatmanın karşılığı boşanmadır. Hepsinin hukuki bir karşılığı varken haksız tahrik indiriminin uygulanması da iktidar problemidir” diye konuştu.
EKONOMİK KRİZİN DE ETKİSİ BÜYÜK
Kökçınar, 2024 yılında yaşanan ekonomik krizin toplumdaki şiddet sarmalını tetiklediğini ve kadın cinayetlerinin artışında ekonomik krizin de etkisinin olduğunun altını çizdi. “İstediğimiz kadar en iyi kanunları getirelim, bütün cezalar uygulanması gerektiği gibi uygulansın; bu aşamaya gelinceye kadar toplumdaki zihniyet dönüştürülmeli” diyen Kökçınar,“Şu anda ekonominin de çok etkili olduğunu düşünüyorum. 2024 son yılların en zor dönemi oldu. Şiddet sarmalını da tetikliyor. Yoksullaşmanın hem doğduran hem de dolaylı olarak mağduru kadın oluyor. İlk işten çıkarılan kadınlar olur her zaman firmalarda. Bu ekonomik olarak karşılaştıkları şiddet, bunun bir de psikolojik boyutu var. Ekonominin bu hale gelmesinin toplumda şiddeti en çok tetikleyen unsur olduğunu düşünüyorum. Özellikle 2024 bu anlamda gerçekten çok kötü bir yıldı. 2025’teki zam oranlarına göre de insanlarda da ciddi psikolojik sorunlar olmaya başladı. Şiddet sarmalındaki önemli etkenlerden birinin de ekonomi olduğunu düşünüyorum. Ekonomi, sınıfsal ayrım, özgüvensizlik, sosyalleşmeme, gerekli psikolojik desteği alamama… Toplum artık en temel insanı ihtiyaçlara bile ulaşmakta zorlanıyor. Psikolojisi bozuk olması sebebiyle şiddet uyguluyor demiyorum ama bunun da etkisi olduğunu gerçeğini göz ardı edemeyiz” dedi.
ESKİ KAFALI SÖYLEMLERLE ÇÖZEMEZSİNİZ
2025 yılının “Aile Yılı” ilan edilmesinin toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştireceğini ifade eden Kökçınar, “Boşanma sayıları çok arttı. Bunun da nedenleri var. Şiddet sebebiyle, tercih sebebiyle gibi… Bazı ilçelerde duruşmalara gittiğimizde adliye içerisinde ‘Aile Arabuluculuk Merkezi’ gibi yasal olmayan yerler var. Bunların hepsinin nedeni, ‘kadın şiddete hiçbir şekilde karşı çıkmasın, aile bizim için çok kutsaldır’ gibi eski kafalı söylemlerle birlikte daha fazla çocuk üretimi olsun. İktidarın bu söyleminin zaten getirdiği durum ortada. Aileyi kutsallaştırarak, kadını bir özne olarak yok ederek şiddeti önleyemezsiniz. Aile içi şiddete karşı yapılabilecek en kötü şey aileyi kutsallaştırmaktır. Burada hem erkeğe hem kadına karşı ailenin sadece bir kavram olduğunu, bunun da sevgi ve saygıyla oluştuğunu, ‘kol kırılır yen içinde kalır’ kavramının kesinlikle olmadığını kabul etmeniz gerekirken, kadınların koruma kararı almamasını, her şeyin aile içinde yaşanmasını, babadan ve kocadan görülen şiddetin yok sayılmaya sağlamasını çalışıyorlar. Buna kesinlikle katılmıyoruz. Aile Yılı diye bir şey yok. Bu yıl Aile Yılı’ndan ziyade kadınların özgürce yaşadığı, eşit ve adil bir şekilde sokaklarda rahatça yürüyebildiği bir yıl olur. İstediğiniz kadar kutsallaştırın orada şiddet varsa aile yoktur. Şu anda dünya genelinde bir muhafazakarlaşma söz konusu. Buna kesinlikle kanmamak gerek” açıklamasını yaptı.
Kaynak : HABER MERKEZİ