Muhammed Suresi Okunuşu – "Kıtâl Suresi" Arapça Yazılışı, Türkçe Anlamı Ve Fazileti (Diyanet Meali& Dinle)

ABONE OL:google news abone ol butonu
Videoyu Aç Muhammed Suresi Okunuşu – "Kıtâl Suresi" Arapça Yazılışı, Türkçe Anlamı Ve Fazileti (Diyanet Meali& Dinle)
A
a

Muhammed Suresi, Medine döneminde, muhtemelen Uhud Savaşı esnasında nâzil olan ve 38 ayetten oluşan bir suredir. Adını, Peygamber Efendimizin adının geçtiği ikinci ayetten almıştır. Aynı zamanda, içerisinde geçen "elKıtâl" kelimesi nedeniyle "Kıtâl Suresi" olarak da anılmaktadır. Bu yüzden surenin okunuşu ve Arapça yazılışı, bu konuda merak edilen bilgiler arasında da yer alır.

Sütiş Eskişehir
Muhammed Suresi, Medine döneminde, muhtemelen Uhud Savaşı esnasında nazil olan ve Hadîd Suresi'nin ardından gelmiş bir suredir. 38 ayetten oluşan bu sure, adını Peygamber Efendimizin adının geçtiği ikinci ayetten almıştır. Aynı zamanda, içerisinde geçen "elKıtâl" kelimesi nedeniyle "Kıtâl Suresi" olarak da anılmaktadır.

Muhammed Suresi’nin Konusu Nedir?

Surenin temel konusu cihad olup, savaş, esirler, ganimetler ve münafıkların durumu gibi başlıca konulara odaklanmaktadır. Medine'de, Bedir Savaşı'nın ardından ve muhtemelen Uhud Savaşı esnasında nazil olduğuna inanılmaktadır.
Bu sure, İslam'ın erken dönemlerinde yaşanan olaylara ve savaşlara vurgu yaparak, müminlere Allah'a olan teslimiyetlerini güçlendirmeleri, cihad etmeleri ve zorluklar karşısında direnç göstermeleri çağrısında bulunmaktadır. Esasen cihadın, sadece savaş anlamına gelmeyip, aynı zamanda Allah'ın dinini yaşamak, doğruyu savunmak ve zulme karşı durmak gibi birçok farklı boyutu içeren geniş bir kavram olduğu vurgulanmaktadır.

İşte Muhammed Suresi hakkında bilmeniz gereken her şey…

Muhammed Suresi Okunuşu

1.Ellezıne keferu ve saddu an sebılillahi edalle a'malehüm
2.Vellezıne amenu ve amilüs salihati ve amenu bima nüzzile ala muhammediv ve hüvel hakku mir rabbihim keffera anhüm seyyiatihim ve asleha balehüm
3.Zalike bi ennellezıne keferuttebeul batıle ve ennellezıne amenüttebeul hakka mir rabbihim kezalike yadribüllahü lin nasi emsalehüm
4.Fe iza lekıytümüllezıne keferu fe darber rikab hatta iza eshantümuhüm fe şüddül vesaka fe imma mennem ba'dü ve imma fidaen hatta tedaal harbü evzaraha zalik ve lev yeşaüllahü lentesara minhüm ve lakil li yeblüve ba'daküm bi ba'd vellezıne kutilu fı sebılillahi fe ley yüdılle a'malehüm
5.Se yehdıhim ve yuslihu balehüm
6.Ve yüdhılühümül cennete arrafeha lehüm
7.Ya eyyühellezıne amenu in tensurullahe yensurküm ve yüsebbit akdameküm
8.Vellezıne keferu fe ta'sel lehüm ve edalle a'malehüm
9.Zalike bi ennehüm kerihu ma enzelellahü fe ahbeta a'malehüm
10.E fe lem yesıru fil erdı fe yenzuru keyfe kane akıbetüllezıne min kablihim demmerallahü aleyhim ve lil kafirıne emsalüha
11.Zalike bi ennellahe mevlellezıne amenu ve ennel kafirıne la mevla lehüm
12.İnnellahe yüdhılüllezıne amenu ve amilus salihati cennatin tecrı min tahtihel enhar vellezıne keferu yetemetteune ve ye'külune kema te'külül en'amü ven naru mesvel lehüm
13.Ve keeyyüm min karyetin hiye eşeddü kuvvetem min karyetikelletı ahracetk ehleknahüm fe la nasıra lehüm
14.E fe men kane ala beyyinetim mir rabbihı ke men züyyine lehu suü amelihı vettebeu ehvaehüm
15.Meselül cennetilletı vüıdel müttekun Fıha enharum mim main ğayri asin ve enharum mil lebenil lem yeteğayyer ta'müh ve enharum min hamril lezetil liş şaribın ve enharum min aselim musaffa ve lehüm fıha min küllis semerati ve mağfiratüm mir rabbihim ke men hüve halidün fin nari ve süku maen hamımen fe kattaa em'aehüm
16.Ve minhüm mey yestemiu ileyk hatta iza harecu min ındike kalu lillezıne utül ılme maza kale anifen ülaikellezıne tabeallahü ala kulubihim vettebeu ehvaehüm
17.Vellezınehtedev zadehüm hüdev ve atahüm takvahüm
18.Fe hel yenzurune illes saate en te'tiyehüm bağteh fe kad cae eşratuha fe enna lehüm iza caethüm zikrahüm
19.Fa'lem ennehu la ilahe illellahü vestağfir li zembike ve lil mü'minıne vel mü'minat vallahü ya'lemü mütekallebeküm ve mesvaküm
20.Ve yekulüllezıne amenu lev la nüzzilet surah fe iza ünzilet suratüm muhkemetüv ve zükira fıhel kıtalü raeytellezıne fı kulubihim meraduy yenzurune ileyke nazaral mağşiyyi aleyhi minel mevti fe evla lehüm
21.Taatüv ve kavlüm ma'rufün fe iza azemel emru fe lev sadekullahe le kane hayral lehüm
22.Fe hel aseytüm in tevelletüm en tüfsidu fil erdı ve tükattıu erhameküm
23.Ülaikellezıne leanehümüllahü fe esammehüm ve a'ma ebsarahüm
24.E fe la yetedebberunel kur'ane em ala kulubin akfalüha
25.İnnellezıner teddu ala edbarihim min ba'di ma tebeyyene lehümül hüdeş şeytanü sevvele lehüm ve emla lehüm
26.Zalike bi ennehüm kalu lillezıne kerihu ma nezzelellahü senütıy'uküm fı ba'dıl emr vallahü ya'lemü israrahüm
27.Fe keyfe iza teveffethümül melaiketü yadribune vücuhehüm ve edbarahüm
28.Zalike bi ennehümüttebeu ma eshatallahe ve kerihu rıdvanehu fe ahbeta a'malehüm
29.Em hasibellezıne fı kulubihim meradun el ley yuhricellahü adğanehüm
30.Ve lev neşaü le eraynakehüm fe learaftehüm bisımahüm ve le ta'rifennehüm fı lahnil kavl vallahü ya'lemü a'maleküm
31.Ve le neblüvenneküm hatta na'lemel mücahidıne minküm vessabirıne ve neblüve ahbaraküm
32.İnnellezıne keferu ve saddu an sebılillahi ve şakkur rasule mim ba'di ma tebeyyene lehümül hüda ley yedurrullahe şey'a ve seyuhbitu a'malehüm
33.Ya eyyühellezıne amenu etıy'ullahe ve etıy'ur rasule ve la tübtılu a'maleküm
34.İnnellezıne keferu ve saddu an sebılallahi sümme matu ve hüm küffarun fe ley yağfirallahü lehüm
35.Fe la tehinu ve ted'u ilis selmi ve entümül a'levne vallahü meaküm ve ley yetiraküm a'maleküm
36.İnnemel hayatüd dünya leıbüv ve lehv ve in tü'minu ve tetteku yü'tiküm ücuraküm ve la yes'elküm emvaleküm
37.İy yes'elkümuha fe yuhfiküm tebhalu ve yuhric adğaneküm
38.Ha entüm haülai tüd'avne li tünfiku fı sebılillah fe minküm mey yebhal Fe innema yebhalu an nefsih vallahül ğaniyyü ve entümül fükara' ve in tetevellev yestebdil kavmen ğayraküm sümme la yekunu emsaleküm
 

Muhammed Suresi Türkçe Anlamı

Bismillahirrahmanirrahim
1 - İnkâr edenlerin ve Allah yolundan alıkoyanların amellerini Allah boşa çıkarır.
2 - İman edip salih amel işleyenlerin ve Rableri tarafından bir gerçek olarak Muhammed'e indirilen kitaba inananların kötülüklerini Allah örter ve durumlarını düzeltir.
3 - Bu, inkâr edenlerin batıla uymaları ve iman edenlerin de Rablerinden gelen gerçeğe tâbi olmalarından dolayı böyledir. İşte böylece Allah insanlara kendi misallerini anlatır.
4 - Savaşta inkâr edenlerle karşılaştığınız zaman hemen boyunlarını vurun. Nihayet onlara üstün geldiğiniz zaman bağı sıkı bağlayıp esir alın. Sonra harp ağırlıklarını atıp, savaş bitince de onları ya karşılıksız olarak, ya da fidye ile salıverin. Allah'ın emri budur. Eğer Allah dileseydi onlardan başka türlü de intikam alırdı. Fakat böyle olması sizi birbirinizle denemek içindir. Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların amellerini asla boşa çıkarmaz.
5 - Allah onları doğru yola iletecek ve durumlarını düzeltecektir.
6 - Onları, kendilerine tanıttığı cennete koyacaktır.
7 - Ey iman edenler! Eğer siz Allah'ın dinine yardım ederseniz Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit tutar.
8 - İnkâr edenlere gelince, artık yıkım onlara. Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.
9 - Bu onların, Allah'ın indirdiklerini beğenmediklerinden dolayıdır. Allah da bunun için onların amellerini boşa çıkarmıştır.
10 - Onlar yeryüzünde bir gezmediler mi? Baksalar ya kendilerinden öncekilerin sonları nasıl olmuş? Allah onların üzerlerine helak yağdırmıştır. Bu kâfirlere de onların başına gelenlerin benzerleri yaraşır.
11 - Bu böyledir. Çünkü Allah iman edenlerin yardımcısıdır. İnkâr edenlerin ise yardımcısı yoktur.
12 - Şüphesiz ki, Allah iman edip salih amel işleyenleri, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. İnkâr edenler ise dünyada zevk edip geçinirler. Hayvanların yediği gibi yerler. Onların varacakları yer ateştir.
13 - Ey Muhammed! Seni yurdundan çıkaran şehirden daha kuvvetli olan nice şehirler vardı ki biz onları helâk ettik de onlara yardım eden çıkmadı.
14 - Rabbi tarafından apaçık bir delil üzerinde bulunan kimse, kötü işleri kendisine güzel gösterilmiş de heveslerinin peşine düşmüş kimseler gibi olur mu?
15 - Kötülükten sakınanlara vaad edilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan temiz sudan ırmaklar, tadı değişmeyen sütten ırmaklar, içenlere lezzet veren şaraptan ırmaklar ve süzme baldan ırmaklar vardır. Onlar için cennette her çeşit meyve ve Rablerinden bir bağışlanma vardır. Bunların durumu, ateşte ebedî olarak kalacak olan ve bağırsaklarını parçalayacak kaynar su içirilen kimsenin durumu gibi olur mu?
16 - Ey Muhammed! Onlardan seni dinlemeye gelenler de var. Senin yanından çıktıkları zaman kendilerine ilim verilen kimselere alay yoluyla: "O demin ne söyledi?" diye sorarlar. İşte onlar Allah'ın kalplerini mühürlediği kimselerdir. Onlar sadece kendi heva ve heveslerine uyarlar.
17 - Doğru yola girenlere gelince, Allah onların hidayetlerini artırmış ve onlara kötülükten sakınma çarelerini ilham etmiştir.
18 - Artık onlar, kıyamet saatinin kendilerine ansızın gelivermesine mi bakıyorlar? Şüphesiz onun alametleri gelmiştir. Artık kıyamet kendilerine gelip çatınca anlamaları neye yarar?
19 - Ey Muhammed! Bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Hem kendi günahın için, hem de mümin erkekler ve mümin kadınlar için Allah'tan bağışlanma dile. Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri de duracağınız yeri de bilir.
20 - İman edenler: "Keşke cihad hakkında bir sûre indirilse." derlerdi. Ama hükmü açık bir sûre indirilip de, içerisinde savaş zikredilince kalplerinde hastalık olanların ölüm korkusuyla baygınlık geçiren bir kimsenin bakışı gibi sana baktığını görürsün. Oysa onlar için ölüm yaşamaktan daha uygundur.
21 - Onların vazifesi itaat ve güzel söz söylemekti. Sonra iş kesinleşince Allah'ın emrine sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.
22 - Demek siz iş başına gelecek olursanız yeryüzünde bozgunculuk çıkaracaksınız ve akrabalık bağlarınızı koparacaksınız öyle mi?
23 - İşte onlar, Allah'ın lanetlediği, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.
24 - Onlar Kur'an'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?
25 - Gerçekten doğru yol kendilerine açıkça belli olduktan sonra gerisin geri küfre dönenlere şeytan, kötülüklerini güzel göstermiş ve onları uzun emellere düşürmüştür.
26 - Çünkü onlar Allah'ın indirdiğini beğenmeyen kimselere: "Bazı işlerde biz size itaat edeceğiz." demişlerdi. Oysa Allah onların gizlediklerini biliyordu.
27 - Melekler onların yüzlerine ve arkalarına vurarak canlarını alırken durumları nasıl olacak?
28 - Bu onların Allah'ı gazablandıran şeylere uymaları ve O'nun rızasına sebep olacak şeyleri beğenmemelerinden dolayıdır. Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır.
29 - Yoksa kalplerinde hastalık olanlar Allah kendilerinin kinlerini hiç ortaya çıkarmaz mı sandılar?
30 - Ey Muhammed! Eğer biz dileseydik onları sana gösterirdik. Sen de onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki, sen onları sözlerinin üslubundan da tanırsın. Allah ise bütün yaptıklarınızı bilir.
31 - Andolsun ki, biz içinizden cihad edenlerle sabredenleri ortaya çıkarıncaya ve yaptıklarınızla ilgili haberlerinizi açıklayıncaya kadar sizi deneyeceğiz.
32 - Şüphesiz ki, inkâr edenler, Allah yolundan menedenler ve kendilerine doğru yol açıkça belli olduktan sonra Peygamber'e karşı gelenler Allah'a hiçbir zarar veremeyeceklerdir. Allah onların yaptıklarını boşa çıkaracaktır.
33 - Ey iman edenler! Allah'a itaat edin, Peygamber'e itaat edin ve amellerinizi boşa çıkarmayın.
34 - Şüphesiz ki, inkâr edip, Allah yolundan saptıran, sonra da kâfir olarak ölenlere gelince Allah onları asla bağışlamayacaktır.
35 - Sakın gevşemeyin ve üstün olduğunuz halde barışa çağırmayın. Allah sizinle beraberdir. O sizin amellerinizi eksiltmeyecektir.
36 - Dünya hayatı ancak bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Eğer iman eder kötülükten sakınırsanız, Allah size mükâfatınızı verir. Ve sizden bütün mallarınızı harcamanızı da istemez.
37 - Eğer sizden onların tamamını isteyip de sizi zorlasaydı cimrilik ederdiniz. Bu da sizin bütün kinlerinizi ortaya çıkarırdı.
38 - İşte sizler Allah yolunda harcamaya çağrılan kimselersiniz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama cimrilik eden ancak kendi zararına cimrilik eder. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer siz Hakk'tan yüz çevirirseniz Allah yerinize başka bir kavim getirir. Sonra onlar sizin gibi olmazlar.
 

Muhammed Suresi Dinle



Muhammed Suresi Okumanın Faziletleri

Bazı tefsir kaynaklarında sûrenin faziletine dair yer alan, "Muhammed sûresini okuyan kimseye cennet nehirlerinden içirmesi Allah'ın yerine getireceği bir vaadidir" meâlindeki hadisin (meselâ bk. Zemahşerî, III, 540) sahih olmadığı anlaşılmaktadır (Muhammed et-Trablusî, II, 721). Muhammed sûresi hakkında yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır: Muhammed Saîd Îd, Sûretü Muḥammed ve'l-ḳażâyâ elletî tüʿâlicühâ (1402-1403, yüksek lisans tezi, Câmiatü Ümmi'l-kurâ külliyyetü'ş-şerîa [Mekke]); Muhammed Hasan Muhammed Yûsuf, Sûretü Muḥammed: Dirâse luġaviyye şâmile (Kahire 1986).
 

Muhammed Suresi Tesfiri

Gelecek birkaç âyette daha müminler ile kâfirler, çeşitli yönlerden karşılaştırılmaktadır; buradaki mukayese ise düşünce modelleri ve işlerde başarı bakımından yapılmaktadır. İnsanlar düşünürken fıtrî düşünme yetenekleri yanında ön yargılar, inançlar ve kabullerden de yararlanırlar. Allah’ı, peygamberi ve âhireti inkâr edenlerin, düşüncede ve pratikte her şeyi yerli yerine koymaları mümkün değildir. Ömürlerini uğrunda harcadıkları şeyler fânidir, değerleri izâfîdir, hedefleri güdüktür; yaratılış amacı ve ebedî hayat göz önüne alındığında, geçici başarıları aslında başarısızlıktır. Enfâl sûresinde (8/67) düşmana öldürücü darbeyi vurup savaş güçlerini çökertmedikçe ganimet ve esir alma gibi şeylerle meşgul olunmaması emredilmişti. Bu âyet aynı hükmü teyit ettikten sonra esirlere nasıl muamele edileceğini açıklıyor.
 “Esirleri sağlam bağlamak”tan maksat kaçmamaları için gerekli tedbiri almaktır. Bundan sonra onlara ne yapılacağı konusunda yetkililere iki seçenek gösterilmektedir: Ya bedelsiz, bir lutuf olarak salıvermek ya da bir müslüman esir ile değişmek, salmaya karşılık maddî menfaat sağlamak, bu mânada bir bedel karşılığında serbest bırakmak. Âyette esirlere yapılacak başka bir muameleden söz edilmiyor. Bu sebeple büyük hukukçulardan Atâ ve Hasan-ı Basrî, “Esirin öldürülmesi câiz değildir, devlet başkanına böyle bir yetki verilmemiştir” demişlerdir; biz de bu görüşe katılıyoruz. Müctehidlerin çoğunluğu ise esirlerin öldürülmesinin de câiz olduğu kanaatine, âyetin başını (yani kâfirleri öldürün ifadesini) ve bazı uygulamaları delil gösteriyorlar. Bize göre bu deliller de zayıftır. Âyetin başı savaş hali ile ilgilidir, burada ise savaş bitmiş ve düşman esir alınarak etkisiz hale getirilmiştir, ona ne yapılacağı da açıkça anlatılmıştır. Örnek gösterilen uygulamalarda bazı esirlerin öldürülmeleri özel sebeplere ve suçlara dayanmaktadır.
 Bu noktada tartışılması gereken bir konu da esirlerin köleleştirilmeleridir (istirkak). Hz. Peygamber’in böyle bir uygulaması yoktur. O, esirleri kurtulacakları güne kadar himaye edilmek ve hizmetinden yararlanılmak üzere bazı ailelere vermiş, fakat köleleştirme yapmamıştır (Seyyid Sâbık, Fıkhu’s-sünne, II, 688). Ondan sonra gelen halifeler misilleme yoluyla bu uygulamaya nâdir olarak yer vermişlerdir. Daha sonra esirlerin köleleştirilmeleri uygulaması –bize göre Kur’an’ın amacından sapılarak– yaygınlaşınca fıkıhçılar bunun meşruiyetini, zayıf temellere dayandırmışlardır. Bu delilleri tenkit etmeden açıklayan İbn Âşûr, “bedelsiz” mânasında olmak üzere “karşılıksız” diye tercüme ettiğimiz mennen kelimesinin mânasına köleleştirmenin de girdiğini, çünkü öldürmemenin bir lutuf olduğunu ifade etmektedir (XXVI, 81). Bu delillendirmenin zayıf yönü, esiri öldürmenin câiz olduğunu veri olarak almasıdır. Halbuki bunun tartışmalı olduğunu yukarıda ifade etmiş bulunuyoruz. Ayrıca bir kimseyi köleleştirmeyi “lutuf saymak” için kelimeyi ve kavramı iyice zorlamak gerekir. Bizim anladığımıza göre Kur’an’ın hedefi, insanları köleleştirmek, kölelik için meşru kaynak icat etmek değil, bir sosyal krize yol açmadan zaman içinde köleliğe son vermektir (bu konuda farklı görüşler için bk. Kurtubî, XVI, 219 vd.).
 Savaşla ilgili tâlimatın bağlandığı gerekçe, İslâm’ın savaş ve barış hakkındaki temel düşüncesini anlamak bakımından oldukça önemlidir: “Ta ki savaş ağırlıklarını indirsin (sona ersin).” Kur’an, haksız yere cana kıymayı sona erdirmek için öldürenin canına kıyılmasını (kısas) istiyor; aynı şekilde yeryüzünde savaşın sona ermesi; barış, hak ve din özgürlüğünün hâkim olabilmesi için de zalim düşmanla savaşılmasını ve onların savaş güçlerinin çökertilmesini emrediyor.
Bir önceki âyetin sonu, iki farklı okumaya dayalı olarak iki şekilde anlaşılmıştır. “Allah yolunda savaşanlar” mânasındaki okuma ve anlayışı benimseyenlere göre 5 ve 6. âyetlerde zikredilen ilâhî lutuflar dünya hayatında söz konusudur; Allah onlara doğru yolu gösterecek (hidayet verecek) ve durumlarını düzeltecektir. Bizim tercüme ettiğimiz okumaya göre ise Allah yolunda öldürülenlere doğru yol gösterilmekte ve durumları ıslah edilmektedir. Bunu “cennette yerlerini göstermek ve günahlarını bağışlayarak cennete girecek hale getirmek, huzur ve sükûna kavuşturmak” şeklinde yorumlamak mümkün olmakla beraber bu yorumda lafızlar zorlanmaktadır. Bizim tercih ettiğimiz anlayışta âyet, “öldürülmeden önceki oluşu” ifade etmektedir; yani Allah yolunda öldürülenler daha önce, onların şehid olacaklarını bilen Allah’ın lutfu ile bu kıvama gelmekte, öldükten sonra da Allah’ın dünyada iken kitabında anlatarak tanıttığı veya oraya girdikten sonra tanıtacağı cennete girmektedirler. Allah’ın yardıma ihtiyacı bulunmadığı kesin olduğuna göre “Allah’a yardım”, mecazi olarak “O’nun dinine, peygamberine” yardım demektir. Bu âyet bir ilâhî sünnete (imtihan ve sa‘y olarak anılan âdete, kanuna) ışık tutmaktadır: Allah dünya hayatını imtihan için takdir buyurduğundan yardımını da kulun kendisine düşeni yerine getirmiş olmasına, sözlü dua yanında amel ve çabalarıyla fiilî duasını da yapmış bulunmasına bağlamıştır. Kul iyiliğe doğru bir adım atarsa Allah, yardım ve ödül olarak bin adım atmaktadır. Nefsânî arzularına göre yaşamak isteyen, özgürlüklerinin din ve ahlâk tarafından da olsa kısıtlanmasına rıza göstermeyenler, bu sınırları getiren, insanı disiplin altına almayı, eğitmeyi ve kâmil kılmayı hedefleyen dine ve dini anlatan ilâhî kitaba, peygambere karşı nefret duyarlar. Bu nefret onların hidayet kaynağından yararlanmalarını engeller; sonuç ise boşa geçirilmiş, fâniye harcanmış, ebedî mutluluk kazancı bakımından iflas ile bitmiş bir hayattır. Kurtubî’nin sahih olduğunu açıklayarak naklettiği bir rivayete göre Hz. Peygamber Mekke’yi terketmek mecburiyetinde bırakılınca, Sevr mağarasına geldiğinde geriye dönüp Mekke’ye bakarak hüzünlenmiş ve “Ey Mekke! Sen Allah’ın en çok sevdiği, benim de en çok sevdiğim bir şehirsin. Eğer senin müşriklerden oluşan halkın beni çıkarmamış olsalardı, seni asla terketmezdim” demiş, bunun üzerine onu ve ümmetini teselli için bu âyet inmiştir (XVI, 226). Mekke müşriklerinin de âkıbeti Allah’ın dediği gibi olmuş, ileri gelenleri yok edilmişler, güvendikleri güçleri onlara fayda vermemiş, acı sonu engelleyememiştir. Hz. Peygamber ve diğer müminler Mekke’den Medine’ye göç ederken her şeylerini kaybetmiş, zarara uğramış, şirk ve inkârda ısrar eden müşrikler ise kazanmış gibi görünüyorlardı. Bu görüntünün geçici ve aldatıcı olduğu, biri dünyaya diğeri âhirete ait iki önemli değer üzerinden yapılan bir mukayese ile anlatılıyor. Dünyada müminlerin değerli kazanımları kesin iman ve bilgidir; bu iman ve bilginin aydınlattığı bir hayat yolunda ilerlemeleridir. Buna karşılık müşriklerin inançları kanıtsız, bilgileri temelsizdir; gece karanlığında el yordamıyla yol bulmaya çalışmaktadırlar. Müminlerin âhiretteki değerli kazançları, âyette misal verilerek anlatılan cennettir, Allah tarafından bağışlanmaktır, O’nun rızasının tecellisini yaşamaktır. İnkârcıların âhirette elde ettikleri şey ise acılarla dolu cehennemdir.
 Cennetin doğrudan kendisini anlatmak, onu dünya hayatına ait kelimeler ve kavramlarla tanıtmak, insan zihninin yapısı bakımından mümkün değildir. Orası ayrı bir âlem, ayrı bir varlık boyutu, farklı bir mahiyetler bütünüdür. Ama yine de insanları imrendirmek ve özendirmek için bir şekilde anlatılması gerekir. Kur’an’ın âhiret hallerini anlatmak için seçtiği anlatım yolu, insanların en azından kendi yaşadıkları, algıladıkları dünya hallerinden örnekler vererek onların âhiret hakkında kıyaslama yoluyla bir fikre varmalarını sağlamak, bunun için mecazlar kullanmak ve misaller vermektir. Âyette verilen misaller sonuçta cennet hayatının, çeşitli zevklerle dolu, insanın mutluluk içinde yüzeceği bir hayat olduğu noktasına varır.
Burada mukayese münafıklar ile müminler arasındadır. Münafıklar Hz. Peygamber’in yanında ve yakınında bulunuyor ve onu dinliyorlardı, ama kalplerinde iman bulunmadığı için bu beraberlik ve ondan duydukları şeyler kendilerini rahatsız ediyor, yeri geldikçe alay ederek, olmadık sorular sorarak, problemler çıkararak rahatlamaya çalışıyorlardı. Hem dinleyip hem de başkalarına “O şimdi ne dedi!” diye soru sormak, bir yandan dinlediklerini alaya almak, bir yandan da söyleyeni önemsememektir. Bu tavır ve davranışın sonu kalbin kararması, zihnin şartlanması, doğruyu arama ve bulma kabiliyetinin körleşmesidir. Müminler ise peygamberlerini dinleyerek onun açıklamalarından yararlanmakta, akıllarını düzgün çalıştırmakta, doğru yolda ilerlemeye devam ederken davranışlarında Allah’a itaati merkeze almaktadırlar.
Hz. Peygamber’in şahsiyeti, ahlâkı, tebliğ ettiği Kur’an’daki ikna edici deliller ve kıyamet alâmetleri, aklını iyi kullanan kimselerin imana gelmeleri için yeterli etkenler ve delillerdir. Ancak inkâra saplanıp kalanlar bir türlü iman etmemekte, âdeta kıyameti beklemektedirler. Kıyamet kopunca iman etmenin de, ibret almanın da faydası yoktur, o zaman artık imtihan bitmiş, cevaplar açıklanmış olmaktadır.
Kıyamet alâmetleri, kıyametin yaklaştığını gösteren olaylar ve oluşlardır. İman konularını içeren kaynaklarda, ilgili rivayetlere dayanılarak bu alâmetlerin küçükleri ve büyükleri hakkında geniş bilgiler verilmiştir. Burada “geldiği bildirilen alâmetler”in neler olduğu konusunda çeşitli yorumlar yapılmıştır. Muhammed aleyhisselâm son peygamber, İslâm da son dindir. Şu halde gelmiş bulunan en önemli ve objektif alâmetler bunlardır. Hz. Peygamber bir hadislerinde, orta ve işaret parmaklarını birleştirerek, “Benim gönderilmem ile kıyamet birbirine şu iki parmak kadar yakındır” buyurmuşlardır (Buhârî, “Talâk”, 25; Müslim, “Cum‘a”,43; “Fiten”, 135). Tabii buradaki yakınlık izâfî bir yakınlıktır, dünyanın ve insanlığın ömrünün son dilimidir. Bu dilim bütüne nisbetle küçüktür, ama kendisi bizim ölçülerimize göre önemli ölçüde uzun ve büyük olabilir. Cibrîl hadisi diye bilinen hadisin sonunda Peygamber efendimize, “Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sorulduğunda onu bilmediğini ifade etmiş, alâmet olarak şunları zikretmiştir: Savaşların artması, köleliğin yayılması, ayağın baş olması, kırsal bölge insanlarının kent hayatının lüksüne kapılmaları ve bu konuda yarışa girmeleri (Müslim, “Îmân”, 1, 5, 7).
Hz. Peygamber’in şahsında insanlara dinin özü olan tevhid kelimesi bir daha hatırlatılmakta ve herkes, kıyamet gelip çatmadan günahlardan tövbe etmeye, Allah’tan af dilemeye davet edilmektedir. Bunu da geciktirmeden yapmak gerekir; çünkü biraz sonra ne yapacağını ve nerede olacağını hiçbir kimse bilemez.
 Peygamberler mâsumdurlar; ümmetlerine örnek olacakları için Allah onları günah işlemekten korumuştur, hatalarını da zamanında tashih ederek kalıcı olmasını engellemiştir. İslâm inancının önemli bir ilkesi olan ismet (peygamberlerin mâsumluğu), Hz. Peygamber’in günah işlediğini kabul etmemizi engellemektedir. Bu sebeple âyette geçen “Günahının... bağışlanmasını dile!” cümlesini bu inanç esası çerçevesinde anlamlandırmak gerekmektedir. Yapılan yorumlar şöyledir: 1. Sözün muhatabı Hz. Peygamber olmakla beraber asıl hedef ümmettir. 2. Hz. Peygamber tevazu gereği kendi hata ve günahından bahseder ve devamlı Allah’tan af diler olduğu için bu güzel davranışa uygun bir ifade kullanılmıştır. 3. Hz. Peygamber için günah olan veya onun günah saydığı şey, sıradan insanlar için tabii ve mubah olan davranışlardır. Nitekim kendisi şöyle buyurmuştur: “Kalbimin perdelendiği oluyor ve ben günde yüz defa Allah’tan af ve mağfiret diliyorum” (Müslim, “Zikr”, 41). Burada “perdelenme” diye çevirdiğimiz kelime, “Allah’ı anma ve hatırda tutma konusundaki kesiklik” olarak açıklanmıştır. Yani Hz. Peygamber her an Allah şuuru içinde yaşamaktadır, bu şuurda anlık kesintileri günah sayıp onlara da tövbe etmektedir. 4. Tabâtabâî Mîzân isimli tefsirinde (XVIII, 258, 274) farklı bir yorum yapmış, burada geçen “zenb” kelimesinin günah değil, suç mânasında olduğunu, Mekke müşrikleri nezdinde Hz. Peygamber ve müminler suçlu ve ölüme mahkûm olduklarından bu durumun ortadan kalkması ve onlara karşı kesin bir zafer için rabbine dua etmesi istendiğini ileri sürmüş, bu sûreden sonra gelecek olan Fetih sûresinin başında açıklanan “fetihle zenbin ortadan kaldırılması” arasındaki sebep-sonuç ilişkisini de delil olarak kullanmıştır.
 Hz. Peygamber’den, bütün müminler için Allah’tan af dilemesinin istenmesi, onun şefaat yetkisinin bir delili olarak da değerlendirilmiştir. 20-21. Müminler cihadın şeref ve ecrine nâil olmak, düşmanları yenerek müminlerin güvenlik içinde hayatlarını sürdürmelerini sağlamak, müslüman olmayanlara da din hürriyeti getirmek için içtenlikle savaşa izin verilmesini, hatta cihadın farz kılınmasını isterler. Münafıklar da bu isteğe katılmış gibi görünürler. Ancak cihadı farz kılan âyetler gelince münafıkların gerçek yüzleri ortaya çıkar, korkularından bayılmışçasına bakışları donuklaşır. Ama korkunun ecele faydası yoktur, korktuklarının başlarına gelmesi mukadderdir. Bazı tefsirciler 20. âyetin sonu ile 21. âyetin başını birbirine bağlamış ve oluşan cümleye şu mânayı vermişlerdir: “Onlara yaraşan itaattir, makbul sözdür.” Münafıklar görünüşte itaat etmekte ve yadırganmayacak, şüphe çekmeyecek sözler söylemektedirler. İş uygulamaya gelince göründükleri gibi olsalar, söylediklerini yapsalar şüphesiz bu onlar için hayırlı olacaktır.

MUHAMMED SURESİ’NİN TEFSİRİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ
 

Muhammed Suresi Hakkında Detaylı Bilgi


Adını 2. âyette geçen Hz. Peygamber’in isminden alır. Medine döneminde nâzil olmuştur. “Seni yurdundan çıkaran bu şehirden daha güçlü nice şehirleri yok ettik” meâlindeki 13. âyetin Resûl-i Ekrem’in Mekke’den Medine’ye hicretinin ilk gecesinde nâzil olduğu nakledilmektedir (Âlûsî, XXVI, 36). Bazı âyetlerinde Allah yolunda savaşmaya temas edilmesi sebebiyle Kıtâl sûresi olarak da adlandırılır. Otuz sekiz âyet olup fâsılaları ا، م harfleridir.

Sûrenin muhtevasını üç bölüm halinde ele almak mümkündür: Müslümanların gerektiğinde müşriklerle savaşmasının kaçınılmaz olduğu, münâfıkların iç dünyasına ait tahliller, müminlerin müslüman toplumunu koruyup yüceltmek için canları ve mallarıyla gayret sarfetmelerine yönelik davet. Sûrenin birinci bölümü (âyet 1-15) kâfirlerle müminlerin durumundan bahseden âyetlerle başlar. İnkâr edip Allah yolundan alıkoyanların amellerinin boşa çıkacağı, müminlerin ise maddî ve mânevî durumlarının düzeltileceği belirtilir (âyet 1-3). Bu âyetlerde yer alan “Allah yolundan saptıranlar” ifadesiyle Bedir Gazvesi’ne katılan müşriklerin veya İslâm’a girmek isteyenlere engel olan Ehl-i kitaba mensup kişilerin kastedildiği söylenmekle birlikte bu ifade, inkâr etmekle kalmayıp hak dine girmek isteyenleri engellemeye çalışan herkesi kapsamaktadır. Daha sonra kâfirlerle savaşın kaçınılmaz olduğu durumlarda gevşeklik gösterilmemesi istenir ve esirlere yapılacak muamelelere temas edilir. Savaştan bahseden 4. âyette, “Allah dileseydi kendisi onlardan öç alırdı, fakat sizi birbirinizle sınamak için savaşı emretmektedir” denilmek suretiyle müslümanlara imanlarını sınama ve fedakârlığa hazır olduklarını fiilî olarak ispatlama fırsatının verilmesi hedeflenmektedir. Ardından hak dinin yaşatılması uğrunda hayatlarını feda edenlerin çabalarının boşa gitmeyip Allah tarafından ebedî mutluluk mekânı olan cennetle ödüllendirileceği belirtilir. Müminlerle kâfirlerin dünyevî durumlarıyla uhrevî konumlarının tasvirine devam edilir. 13. âyette Resûl-i Ekrem’in Mekke’den hicret etmeye zorlanması anlatılır ve bunun önceki peygamberler döneminde daha güçlü inkârcılar tarafından da uygulandığı, fakat hepsinin helâk edildiği bildirilir. Sûrenin ikinci bölümünde (âyet 16-30) önce münafıkların tavırları, Peygamber’in tebliğ meclisinde savaşın da söz konusu edildiği âyetlerin gelişi sırasında ve sosyal hayatın kritik dönemlerinde iki yüzlü tutumları gözler önüne serilir. Kur’an gerçeğiyle karşı karşıya bulundukları halde akıllarını kullanmadıkları belirtilir ve hem dünyada hem âhirette hüsrana uğrayacakları haber verilir. Muhacirlerden ve ensardan oluşan samimi müminlerin yanı sıra münafık gruplarının da yer aldığı Medine döneminde yahudilerin ve Mekke’deki Kureyş ileri gelenlerinin teşkil ettiği düşman cephesi söz konusuydu. Bu sebeple sûrenin üçüncü bölümünde (âyet 31-38) içe yönelik problemlere temas edilerek hak-bâtıl mücadelesinin ve toplumsal zorlukları aşmanın gereği açıklanır. Burada samimi müslümanlardan ileri derecede gayret, güçlüklere tahammül, Allah’a ve resulüne itaat ve Allah yolunda malî destek istenmektedir. İnkârda direnen, gerçeği anladıktan sonra hak yolun önünde engel oluşturan ve resule muhalefet eden kimseleri dünyada başarısızlığın, âhirette de ilâhî rahmet ve mağfiretten mahrumiyetin beklediği vurgulanır.

Muhammed sûresinin asırlardan beri putperestlik inancına sahip bulunan, eşitlik, hürriyet ve sosyal adalet ilkelerinden uzak bir şekilde hayatını sürdüren kabilelerin ortak bir ideal ve merkezî bir yönetim altında yeni bir toplum oluşturmaları sırasında duyulan sancıların teşhis ve tedavisini ortaya koyduğunu söylemek mümkündür. Medine toplumunun büyük çoğunluğu samimi mümin olmakla birlikte içlerinde münafıklar da vardı; çevrelerinde ise düşmanları bulunuyordu. Bunun çaresi olarak Medine halkına Hz. Peygamber’e itaat etmeleri, Allah’a ve resulüne karşı samimi olmaları emredilmekte, resulden de kadın ve erkek müminlerin bağışlanması için Allah’a niyazda bulunması istenmektedir. Sûrenin son âyetinde son ilâhî dinin yeryüzüne yerleşmesi ve insanlığın mutluluğuna hizmet edebilmesi için malî fedakârlığın lüzumu bildirilmekte, fakat bazılarının cimri davrandığı hatırlatılmaktadır. Ayrıca kendilerini İslâm’a adaması gerekenlerin sırt çevirmesi halinde Allah’ın başka toplumlara görev vermek suretiyle dinini pâyidar etmeye muktedir olduğu belirtilmektedir.
Bazı tefsir kaynaklarında sûrenin faziletine dair yer alan, “Muhammed sûresini okuyan kimseye cennet nehirlerinden içirmesi Allah’ın yerine getireceği bir vaadidir” meâlindeki hadisin (meselâ bk. Zemahşerî, III, 540) sahih olmadığı anlaşılmaktadır (Muhammed et-Trablusî, II, 721). Muhammed sûresi hakkında yapılan çalışmalardan bazıları şunlardır: Muhammed Saîd Îd, Sûretü Muḥammed ve’l-ḳażâyâ elletî tüʿâlicühâ (1402-1403, yüksek lisans tezi, Câmiatü Ümmi’l-kurâ külliyyetü’ş-şerîa [Mekke]); Muhammed Hasan Muhammed Yûsuf, Sûretü Muḥammed: Dirâse luġaviyye şâmile (Kahire 1986).
 
Ercan Kardeşler Kuyumculuk
1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

Bu Eskişehir haberi ilginizi çekebilir! İlginç Eskişehir haberi