Geçen haftaki yazıma “Küresel iklim değişiklikleri nedeniyle sıklıkla sonun başlangıcında olduğumuzu ifade ederim
Geçen haftaki yazıma “Küresel iklim değişiklikleri nedeniyle sıklıkla sonun başlangıcında olduğumuzu ifade ederim. Ama görünen o ki, sonun başlangıcı noktasını hızla geride bırakıyoruz. Ülkemizin yanı sıra, Dünyanın dört bir yanından ekstrem iklim olaylarına bağlı afet ve can kayıpları haberleri geliyor.” cümleleriyle başlamıştım. Bu cümleleri aşırı yağışlara bağlı sel için yazmıştım. Bu hafta ülkemizin bazı yerlerinde geçen haftalardaki gibi seller yaşansa da, gündem hepimizi sarsan orman yangınları ve yangınların boyutları.
Doğru anlamak ve doğru çözümler ortaya koymak açısından şuradan başlayalım. Ülkemizde her yıl ortalama 2000’nin üzerinde orman yangını yaşanıyor. Bunlardan en fazla on kadarı büyük yangın oluyor. Ancak bu yılki ekstrem iklim olaylarına bağlı olarak ülkemizin dört bir yanında eş zamanlı olarak büyük orman yangınlarıyla karşı karşıyayız. Bu sadece bizim karşı karşıya kaldığımız bir durum değil. Şu anda elliye yakın ülkede binlerce orman yangını yaşanıyor. Yani dünyamız alev alev yanıyor. Orman yangınları çoğu zaman insan faktörü etkisiyle oluşsa da, orman yangınları aslında gezenimizin doğal döngüsünün bir parçası. Buradaki dikkat çeken konu, son yıllarda modern devirlerde görülmemiş düzeyde orman yangınlarıyla aynı anda mücadele ediyor olmamız (*).
Bu, büyük ölçüde iklim değişikliklerinin etkisiyle aşırı sıcak, kuru ve sıcak rüzgarlara bağlı olarak havanın ve yanıcı madde niteliğindeki her şeyin kurumuş olmasının doğal bir sonucu. Yani özetle sıcaklığın yüksek, nemin düşük olması, ortamdaki otlar, çalılar ve ağaçlar gibi tüm yanıcı maddelerin nemini düşürmekte ve yanmaya elverişli hale getirmektedir. Üstüne bir de rüzgâr eklenince yangının yayılma hızını arttırmakta ve yangına müdahale güçleştirmektedir. Özellikle yanan ibreli ağaçların kozalaklarının ya da yaprak ve kabukların ana hattın kilometrelerce uzağına sıçraması ve havai elektrik hatlarıyla yangın farklı noktalara yayılmaktadır. Elbette, bu iklim koşullarını kullanarak sabotaj yapıldığı söylemleri de ciddiyetle araştırılmalı ve her türlü sabotaj önlenmelidir.
Felaket tellalı diyebilirsiniz bana belki, ama neden olduğumuz küresel iklim değişikliklerine bağlı her geçen yıl daha kötüleriyle yüzleşeceğiz. Bugün için bize sürreal gelen şeyler, giderek sıradan olacak. Yol ayrımını çoktan geçtik aslında, ama vakit kaybetmeden tüm insanlığın geri dönüp, o yol ayrımından doğru yola geçmesi ve büyük bir hızla ve kararlılıkla iklim değişikliklerinin etkilerini minimize edecek yaşam şekillerine dönmesi ve mücadele etmesi gerekiyor. En az 15 yıldır söylediğim bir şey var, bu yüzyılın ana gündem maddesi küresel iklim değişiklikleri… Medeniyetimizin geldiği noktada, medeniyetimizin ortaya çıkardığı çevre tahribatı, medeniyetimizi tehdit te tahrip eder noktada.
Orman yangınlarıyla yaşamaya alışmalıyız. Ancak biliyoruz ki, iklim değişikliklerine bağlı olarak yangınların sayısı her geçen dönemde artacak. Bu bakımdan mücadele şekillerimizi ve orman-insan temasını buna göre yeniden gözden geçirmeliyiz. Diğer taraftan biraz önce söylediğim gibi iklim değişikliklerinin etkilerini azaltmak için yaşamın her alanında gerekli tedbirleri almalıyız.
Bir diğer önemli konu yanan alanlara müdahale şeklimiz. Yanan bölgelere ağaçlandırma yapmak değil, doğru doğa onarımı teknikleri uygulamak gerekmektedir. Bu ekosistem için çok önemli bir konudur. İnsanların yanlış müdahaleleri olmasa gezegenimiz ve onu oluşturan sistemler dengeyi sağlamanın yolunu bulur. Ancak doğanın rejenerasyon kabiliyetinin ve kapasitesinin çok üzerinde ve sürekli zarar vermemiz nedeniyle tek başına rejenerasyon yeterli olmayabilir. Ağaçlandırma değil, doğru doğa onarımı çalışmaları yapılmalı ekosistem ve ekosistem servisleri dikkate alınmalıdır. Genel olarak yanan alanların maki ve kızılçam ormanları olduğu düşünüldüğünde, rejenarasyon kabiliyeti yüksek olan türler olması nedeniyle ana alanlara hiçbir müdahale yapılmaksızın bu alanlar koruma altına alınmalı ve önümüzdeki bahar beklenmelidir. Böylece yanan alanlardaki bitki türlerinin yüksek rejenerasyon kabiliyeti nedeniyle fidan ve diğer çalı ve otsu türlerin yeniden alana gelmesi mümkün olabilecektir. Zira yanan ağaçların kozalaklardaki tohumları, yangın sonrası külün içine düşmektedir. Bu tohumlar yangını takip eden bahar ayında çimlenmekte ve metrekareye onlarca fidan bu tohumlardan çıkmaktadır. Diğer taraftan yanan bölgedeki maki bitki örtüsünün de gövdeleri yansa da kökleri yanmadığı için sonraki baharda sürgün vermektedirler. İşte doğa onarımı bu noktadan sonra planlanmalıdır. Bu noktada, fidan oluşmamış yerlere asla farklı türler dikilmemeli, hatta aynı tür dahi olsa farklı bölgelerden gelen fidanlar dikilmemelidir. En doğrusu, doğal olarak fidan yetişmemiş alanlara civardan toplanan tohumlar serpilerek ya da bölgede yetişmiş fidanların dikimiyle ormanlaştırma sağlanmaya çalışılmalıdır.
İklim değişiklikleri bize şimdilik sürreal gelen olaylar yaşamamıza sebebiyet veriyor. Artık bir marka haline gelmiş olan ve düzenleyenler arasında Eskişehir Teknik Üniversitesinin de bulunduğu 3. Uluslararası Afet ve Dirençlilik Kongresinin bu yılki ana teması İklim Değişikliği ve Yerel Dirençlilik olacak. 5-7 Ekim tarihleri arasında düzenlenecek olan Kongreyle ilgili detaylı bilgiye https://www.idrcongress.org adresinden erişebilirsiniz.
Herkese iyi haftalar dilerim.
(*) NASA’nın https://firms2.modaps.eosdis.nasa.gov/map/ sitesinde şu anda ve geçmişte yaşanmış orman yangınlarını görebilirsiniz.