Geçtiğimiz hafta başında Peyzaj Mimarları Odası ve PMO Genç tarafından Hatay Payas’ta düzenlenen çalıştay ve atölye çalışmalarına katıldım. Payas Belediye Başkanlığı kendi kaynaklarıyla oldukça önemli bir işe imza atmış. İstanbul, Halep, Şam ve Hicaz Yolu ve İpek Yolu’nun kesiştiği noktada yer alan; Mimar Sinan tarafından 1574 yılında inşaa edilmiş Sokullu Mehmet Paşa Külliyesini restore ettirmiş. Mimar Sinan’ın ustalık dönemi diye tabir ettiği dönemde inşa edilmiş bu Külliye beni çok etkiledi. Ancak Payas’ta beni biraz daha fazla etkileyen bir başka eser daha vardır. Bu eser de, Külliyenin hemen yanı başında yer alan Sarı Selim Camii’nin avlusunda yer alıyordu. Aslında eser deyince hemen belirtmem lazım, bu eser, bu tabiat eseri, hatta şahaseri... 1500 yıllık bir zeytin ağacından bahsediyorum....Bu ağaç hala yılda 300 kilogram kadar meyve veriyormuş ve Dünya’nın meyve veren en yaşlı zeytin ağacı olarak kabul ediliyormuş. Rivayete göre Külliye ve Camiinin inşa edildiği alan bir zeytinlikmiş ve o ağaçlar kesilerek yapılar inşa edilmiş... Ancak onlardan bir tanesi anı olarak bırakılmış... Zeytin biliyorsunuzdur, hem kutsal, hem de şifa veren bir ağaç olarak kabul edilir... Nuh Tufanı sonrası, suların çekildiği ve karaların ortaya çıktığının gemiye gelen ve ağızında bir zeytin dalı bulunan güvercin sayesinde anlaşılmış olduğu rivayet edilir. O yüzden zeytin aynı zamanda barışın ve umudun simgesi kabul edilir...İşte o bırakılan zeytin ağacı, hala bir tabiat şahaseri olarak o avluda olup bitenlere sessiz şahitlik etmeye devam ediyor... Ne baş döndürücü bir hayat... Sadece külliyenin inşasından bile başlasa, Yavuz Sultan Selim’in oğlu, Kanuni Sultan Süleyman’ın ünlü kaptan-ı deryası ve sadrazamı Sokullu Mehmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Külliye ve II.Selim’in ismiyle yapılan camiinin avlusunda yer almak ve tarihin akışına tam 1500 yıl boyunca tanıklık etmek... Camiinin yapıldığı günden bugüne Camiinin ibadete hiç kapanmadığı düşünülürse, o avludan kim bilir kimler geçti, kim bilir o ağaç orada nelere tanıklık etti... Camiinin avlusunu gezerken, yanındaki mimar ve inşaat mühendisi arkadaşlara şunları söyledim:
“İnsanoğlu kendini bu gezegenin hakimi sanıyor... Oysa ki şu ağacın yanında ne kadar aciziz... Ve aslında bu Dünya’nın ve buranın asıl sahibi o ağaç...” İşte bu düşünceyle geçtiğimiz yıl içinde tarihi bir ağacı, bir tabiat anıtını yaptığımız tasarım çalışmasıyla kurtardık. Osmangazi Belediyesi ile ortak yaptığımız, tarihi İnkaya Çınarı Peyzaj Tasarımı ve İnkaya Köyü Kentsel Tasarım Projeleriyle, ağacı kurtardık... Bu da bize 2013 yılında Ulusal Peyzaj Mimarlığı Ödüllerinden birini kazandırdı. Asıl ödül aslında, o ağacın ve dokunun korunmasına sağladığımız katkı...
Ancak hikaye her zaman böyle olmuyor....
...ve ne yazık ki, bu kadar aciz olmamıza rağmen, gerekli görmemiz halinde o tarihin canlı şahitlerine, o canlara kıyıveriyoruz...
...kendini Dünya’nın efendisi zannetme kibriyle ve son derece kendini bilmezce...
Zaten sorun da burada başlıyor... Hepimiz birey olarak ya da topluca hep kendimizi evrenin merkezinde görüyoruz... Hep kendimizi merkeze yerleştiriyoruz. Oysa ki o merkezden kendimizi alsak, o merkeze gezegenimizi ve onu oluşturan tüm varlıkları, canlıları ve sistemleri yerleştirsek, sorunu kalmayacak. Çünkü ancak o zaman yaptığımız eylemler ve müdahaleler kimi meslek disiplinlerinin tabiriyle çevreyi, doğayı, kimi meslek disiplinlerinin tabiriyle yeri, kimi meslek disiplinlerinin tabiriyle peyzajı, coğrafyayı, aslında kısaca evrendeki yaşanabilir tek gezegeni yani yuvamızı ve onu oluşturan tüm sistemleri tahrip etmeyecek... Diğer taraftan gezegenimiz de afetlerle bizi tehdit etmeyecek... Kısaca biz gezegenimize tehdit olmayacağız, o da bize tehdit olmayacak; tufan, sel değil, kuraklık, açlık, susuzluk değil, kısaca cefa değil, sefa olacak, şifa olacak...
Bir düşünsenize hangi insan eseri o zeytin ağacı kadar heybetli olabilir?
Herkese iyi haftalar...