Şinasi Kula yazdı
Dokuz ay on gün ana karnında yaşıyor, günü geldiğinde dünyaya balıklama dalıyorsun. Ananın memesine sarılıp, gerektiğinde hastalıklarla cebelleşip hayata tutunmaya çabalıyorsun bir biçimde. Ağlıyorsun canın yandığında, gülücükler saçabiliyorsun karnın tok altın temiz ve gazın alınmış durumdayken. Hele bir de kurbağa ezercesine bııırrt diye osurdun mu deme keyfine, senden mutlusu yok! Düşe kalka büyüyorsun; okula, askere gidiyor, baş göz olup damat ya da gelin oluyor, ben de varım diyorsun hayata…
Diyorsun demesine de sen yoksun aslında!
Sen ölüsün aslında!
Aziz Nesin’in “Yaşar ne yaşar ne yaşamaz” hikâyesinde olduğu gibi varsın ama yoksun işte. Yani canlısın ama bir ölüsün anlayacağın.
Mezarı, mezarının başında bir taşı dahi olmayan ölüsün.
Yaşayan bir ölüsün…
Sorgulama nedir bilir misin?
Kadir, vefa, insanlık nedir duydun mu ömründe? Sana bağımsız bir ülkede yaşamak onurunu bahşedenlere müteşekkir kaldın mı hiç?
Millet olmak, birey olmak mı; ümmete dâhil olmak mı onurlandırır seni? Kula kulluk etmek mi ya da sadece Tanrı’ya kulluk etmek mi geçerlidir dünyanda? Vatan, Cumhuriyet, tam bağımsızlık, bölünmez bütünlük kavramını kılına bile takmaz mısın?
Kendini sorguladığında işte tüm bunlara yanıtın evet oluyorsa çok net söylüyorum; sen ölüsün aslında, yaşayan bir ölsün hem de!
Sadece nefsi için yaşayan bir zavallının, gelecek adına bırakacağı hayırlı tek bir iz yok ise, sen doğarken ölmüşsün demektir! Nasıl bir örnek olacağını düşündün mü senden olacak çocuklarına? Ya da seninle hayatı paylaşmak adına çocuğunuzu doğrana nasıl bir model olacağını sorguladın mı hiç? Bir insan olarak, seninle aynı haklara sahip eşit bir insan olarak gördün mü? Sen de ben de çok iyi biliyoruz bu soruma vereceğin yanıtı. İşte ondandır ki o uçurum gibi karanlık gözlerinin ta içine bakarak bir kez daha haykırıyorum; sen ölüsün aslında, yaşayan bir ölsün hem de!
Ölülerden medet umanları, mezardakileri dahi hayata müdahil etmeye kalkanları sevindirmekten öte bir halta yaramazsın ki!
Sen zaten ölüsün…
SİZİN SESİNİZ
“Anarşistler Işid'e karşı”
Amerikan film endüstrisi PKK /YPG'yi filmlerle parlatacak.
Yakında Hollywood yapımı “Rojava” filmi de sinemalarda.
Filmde batılı gönüllülerin Suriye'de Kürt 'savaşçılara' katılarak Işid ile mücadeleleri anlatılıyor. Hollywood Maşa seçtiği Kürtleri parlatırken, Avrupa ve Amerika'daki sözüm ona 'solcu' anarşist ve komünist gençliği de Kürt 'savaşçılarla' birlik olmaya yönlendiriyor.
Kürt ayrılıkçıları efsaneleştiriyor…
***
Banu Avar’ın paylaştığı fotoğrafın altında yaptığı yorumdu bu değerli okurlar. Naçizane yıllarca köşe yazımı takip eden duyarlı yürekler tanıktır ki şu söylemimi sıkça kullanırım: Amerika’nın kucağına oturarak halkların kendi kaderini tayin hakkı lakırdılarını yapanlar sadece ve sadece Amerikan maşalarıdırlar. Dünyanın jandarmalığına soyunmuş emperyalist bir güçle aynı yatağa gireceksin “ben bakireyim” masalını IQ yoksunu zavallılara yutturarak sosyalizm edebiyatı yaptıracaksın; Hasssss…
Senin Işid, El Kaide, El Nusra, Fetö gibi deccallardan ne farkın var?
OZANCA
UYUR İDİK UYARDILAR
Uyur idik uyardılar
Diriye saydılar bizi
Koyun olduk ses anladık
Sürüye saydılar bizi
Sürülüp kasaba gittik
Kanarada mekân tuttuk
Seri Hakk’a teslim ettik
Ölüye saydılar bizi
Halimizi hal eyledik
Yolumuzu yol eyledik
Her çiçekten bal eyledik
Arıya saydılar bizi
Pir divanına dizildik
Aşk defterine yazıldık
Bal olduk şerbet ezildik
Doluya saydılar bizi
Pir Sultan Abdal'ım şunda
Çok keramet var insanda
O cihanda bu cihanda
Ali'ye saydılar bizi… Pir Sultan ABDAL