Yaşamı sevincini yitirmemiş taze yüreklerde yeşertebilmek umudu, ne güzeldir iyimser gözlerle bakabilmek yamaçları kana bulanmış bir coğrafyaya ve ne güzeldir kaygısız, korkusuz, başı dik bir sabaha uyanmak, aydınlık, iddialı cümleler kurabilmek hayata dair.
Keşke içimdeki ses tetiklese yüreğimi, heyecanı astığım duvardan yıkıp giysem üstüme bayramlık gibi. Keşke hedefsiz yolculukların esiri olmasa, anlamsız duraklarda, süresiz molalar vermese iyi niyetlerim, keşke biraz ben kalsa içimde bana benzeyen.
İçime akıttığım onca kelime, onca yaralar açtı dağarcığında yüreğimin, yaralar azdıkça
kaldırdıkça ince kabuğunu o yaraların, korkarım kan damlıyor ucundan düşümdeki darağaçlarının, dar geliyor, har geliyor, yanıyor için için kılı kıpırdamayan çığlıklarım.
Bir sevgilinin umutla uzattığı eli boşta kalıyor, bir çocuğun hayatı boyunca belki de hiç tanımadan özleyeceği bir kahramanın ismi yazılıyor beyaz mermerlere, bir ana’nın ömründen yıllar gidiyor, yaşadığı yaşamak değil ceza adeta. Bir baba isyanı sarıyor cigarasına, üzerine titrediği hayallerin yıkılışını vakur karşılamak adına isteksizce kıpırdatıyor dudaklarını, zor zamanlara sakladığı birkaç cümle çıkarıyor ağzından, sonra lal oluyor dilleri, el etek çekilince
susunca teselliler, lal oluyor yüreği yitip gidenin ardından.
Kiminin üç günü kalmış bitmesine borcunun, kimi izinde 10 gün sonra, ana koynunda pişiyor hayaller o ara. Özlemler burunda tütüyor, rahatsız postallardan çıkan ayaklar tedirgince uzatılıyor ranzaya, gözler kapanıyor, başlıyor rüyalar.
Ana’nın yemekleri, babanın nasihatleri, görenin gururu, yârin umudu derken akıp gidiyor sinsi şeytanın an kolladığı karanlık dağlarda. Kimse korkmuyor sanmasın, o da korkuyor hayalleri bölen kurşun sesinden ama yaşamaktan vazgeçmeye değil, vazgeçmemek için yaşamaya alışmış üstündeki üniforma, o esnada onun şehit haberini alan ve yüreği yanan milyonlar için vazgeçmemeye, bir ölüp bin gitmeye kurulmuş ecel saatinin peşinde, yine o esnada onun şehit haberini pek de umursamayan birçoklarının da saadetini içine alarak inadına gitmeye, inadına direnmeye gocunmayan bir edayla, üstesinden gelerek korkuların gidiyor üstüne kurşunların.
Az önce Türkiye için iftar vaktiydi, top patladı açıldı oruçlar, ama bazı ağızlardan hala tek lokma geçmiyor, bazı ağızların içtiği sular hala zehir zemberek, üstelik yazın sıcağında değil, acının ortasında kavrulmuş ağızlar, kan kusup vatan sağ olsun diyen, onurlu başların ağızları o ağızlar. Yola döşenmiş mayınların her gün yüreklerinde patladığı insanlar. Kahramanları aynı, acıları aynı, ateşleri herkesten büyük ve soruları hala cevapsız…
Birkaç gün sonra bayram edecek birçoğumuz, onların elini gözyaşları öpecek, tatlı değil tuzlu sularda alacaklar, gözyaşına karışan sularda mezarlığa girmeden tazeledikleri abdesti.
Kiminin kocası, kiminin evladı, kiminin babası onlar. Bir parkta, bir okulda, bir sokakta ismini gördüğümüz ama tanımadığımız ve tanışma şansını bizim için feda eden evlatlarımız.
Ve unutulmaz deyip de çok değil az sonra unutacağımız.
Hani şehitler ölmez, vatan bölünmez diyorduk ya kusura bakmayın artık samimi gelmiyor bu nida bana, şehitler ölüyor, öldükçe bölünüyoruz, tüm bu yaşananlara tepkisiz kalmanın verdiği hazımsızlık bölüyor, yurdumun her onurlu bireyini hem de ortadan ikiye, hep dikine, hep dikine…
****
Not: Bu yazı Ramazan ayında şehitlerimiz nedeniyle iptal olan bir etkinlik sonrası kaleme alınmıştır.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...