Bir süredir internet dünyasından televizyonlara oradan evlere, arkadaş sohbetlerine kadar her yerde Anadolu’nun şu güzel çocuğunun sesi var
Bir süredir internet dünyasından televizyonlara oradan evlere, arkadaş sohbetlerine kadar her yerde Anadolu’nun şu güzel çocuğunun sesi var. Öğretmenim böün canlı ders var mı diye seslenip duran sesinin tınısıyla mesajıyla hepimizin yüreğinde taht kuran çocuğun…
Can mı can! Candan mı candan… İşte binlerce öğretmeni tüm olumsuz koşullarına karşın öğretmenlik mesleğine iten, ülkenin uçsuz bucaksız yörelerine gidip o unutulmaz anıları biriktiren tılsım buradadır.
Çocuklarına insancıl, demokratik, paylaşımcı ideallerle dokunamayan onların yetiştirilmesini sağlayamayan ulusların, halkların gelecekleri karanlıktır. O nedenledir ki ülkenin kurucu kadrosu Mustafa Kemal önderliğinde daha Cumhuriyet kurulmadan kollar sıvanmış ve çalışmalara başlanmış. O nedenledir ki Cumhuriyet daha henüz küçümencik fidanken öğretmene değer verilmeye başlanmıştır. O nedenledir ki ilkokul öğretmenim Canpolat Erkan’ın tahtada gözleri ışıl ışıldı. O nedenledir ki Polatlı Cumhuriyet Ortaokulu’ndaki öğretmenlerim Kerim Erdem, Hüseyin Başar, Seyhun Sevinç, Fevzi Kılıç, Meryem Yenice, Edip Özer ve daha nicelerinin sesi gür, yürekleri temiz, ufukları genişti. Derse geç gelmez erken çıkmazlardı. Rahmetli Kerim Erdem müdürümüz için okul sanki babasının malı gibiydi. Okulun çeri, çöpü, ağlayanı, sızlayanı, sağlığı, kaloriferi, kapısı, boyası dertti onun için… İdeolojik değil; pedagojiktiler, güler yüzlü serttiler, malda değil candaydı gözleri…
İşte o öğretmenleri özlerken ne olacak ülkenin hali derken, halk düşmanı faşist korona en baskıcı, en gerici güçleriyle halklarımıza saldırmaya başladı. Burayı 78 kuşağı sol jargonuyla yazdım. İşte tam böyleyken memleket ve millet düşmanı dinsiz imansız korona necip milletimize her türlü melanetiyle musallat olmuştu. Burayı 78 kuşağı sağ jargonuyla yazdım.
Velhasıl işin özüne gelince zorunlu uzaktan eğitime geçince tümümüz ama tümümüz Hanya’yı ve Konya’yı görmeye başladık.
Bir uzaktan eğitime hem milli eğitim hem de üniversiteler olarak hazırlıksız yakalandık.
İki koronoyı başlangıçta hafife aldık, geçecek gibi bir algı yarattık. Yaşadıkça kazın ayağının öyle olmadığını gördük. Özcesi yine koronayla baş başa… Bakanlık şaşkın, üniversiteler şaşkın, akademisyenler, öğretmenler, veliler, öğrenciler bir başka şaşkın.
Üç bir şeyler yapılmalıydı. Yaptık. Peki başarılı mıyız? Her türlü politik, felsefi vb ön yargıdan uzak konuşalım. Eh biraz ama çok yetersizliklerimiz ve yanlışlarımız var… Yapılanları yadsımadan ders çıkararak ileriye bakmalıyız…
Eğitimi uzaktan yapmanın eğitimden uzaklaşma gibi bir sorun doğurduğu veya doğuracağı açık. Eğitim, insanın sosyal bir varlık olmasının yansıması olarak sosyolojik ve psikolojiktir. Uzak olmak sosyolojik ve psikolojik olarak yetersizliklere neden olmakta; sorunlar doğurmaktadır… En mükemmel açık uzak öğretimin yüz yüze eğitimi yakalaması, tutması olanaklı değildir. Tez elden yeniliklere de ihtiyaç olduğu da açık…
* * *
Yine üniversiteler yine rektörlük
Oldum olası rektörlük atanmaları hep sorun olmuştur. Bu durumun çok değişik nedenleri var kuşkusuz.
En başta şunu belirtmeliyiz ki üniversiteler hem biz de hem başkalarında ülke geleceğinin teminatı, biçimlenmesinin en etkili ögeleridir. Üniversiteler; en üst düzey öğretim, araştırma ve kamusal hizmet kurumları olarak tanımlanırlar. Durum böyle olmasına böyle de çok hata yapıyoruz.
Öncelikle konuyu karşı takımların seyircileri gibi amigolarımızın önderliğinde tartışıyor olmamız başlı başına bir hata. Behemehâl bu hastalığımızı tedavi etmeliyiz. İşin kolayı ve üstelik de yanlışı da burada… İttifaklara göre hemen ikiye karpuz gibi bölündük. Ama işin objektif değerlendirilmesine gelince şu noktalara dikkat çekerek konuyu tartışabiliriz.
Öncelikle yürürlükteki mevzuatın rektöre çok büyük yetki verdiği görüşü hâkim ve doğru. Rektör çok ama çok önemli. Bir bakıma rektörlüğü ele geçiren kişi veya grup çok büyük felaketlere de güzellikler de neden olabilecek kadar yetkili. Bu bize 12 Eylül’ün YÖK uygulamasından beri musallat olmuş bir yanlışlık. Her şeye rağmen 12 Eylül döneminin bile son derece başarılı rektör ve dekanlarının olduğunu belirteyim.
Yetkili rektör inanın istese neler neler yapabilir! Düşünmek bile istemiyorum.
Kimse darılmasın üstüne hiç ama hiç alınmasın. Biz üniversiteliler akademisyenler, öğrenciler kırk yılda neler gördük neler…
Efendim senato, yönetim kurulu ve diğer yönetsel birim ve kurumsal işleyiş, gelenek kültür yok mu?
Var da! Ne yazık ki işleyişte katılımcı bir gelenek son çeyrek yüzyılda adım adım yok edildiği için kritik kararlarda farklı ses yok gibi… İyi örnekleri yok mu? Var Sezar’ın hakkı Sezar’a…
Sorun küçümencik kurumlarımızdan en üst örgütlenmelerimize kadar hepsinde demokrasiyi sindirememiş, bir yönetsel hamlık ve paylaşamama sorunu hep vardı hala var.
Son otuz yıldan seç seç beğen beğen al örnekleri. Eski yeni atayan ve atanan kim olursa olsun neler neler… Efendim bir gecede atama maddesi değiştirmekten, eş, dost, akraba, militan kayırmaya kadar bir yığın kitabına uydurulmuş eylem ve örnekler… Yazık ama çok yazık…
Önceki atama dönemi çok mu iyiydi? Çok iyi değildi ama bugünküyle kıyaslandığında defoları daha azdı.
Peki neler yapılmalı?
Kesinlikle ilk fırsatta A’dan Z’ye yeni bir yükseköğretim yasası hazırlamalıyız. En geniş katılımla araştırma konferansları ile sosyolojik, pedagojik yönleriyle akademik çalışmalara dayalı bir yasayı hep birlikte oluşturmalıyız. Oluşacak yeni yapının temel ilkeleri bu biçimde ortaya koyulabilir.
* Üniversitenin mihenk taşı akademik, mali ve idari özerkliktir.
* Yükseköğretim kurumları ve akademisyenler; araştırmacı ve öğretici elemanlar biçiminde görev ve iş bölümüne tabi tutulması önerisi dikkate alınmalıdır.
* Rektörlerin yetkileri azaltılmalı; mali ve idari tasarrufları denetleyecek üniversiteler arası kurul vb örgütlenmeler güçlendirilmelidir.
* Rektör, dekan, müdür vb akademik yöneticilerin atanması üniversite içinde değişik boyutları ile ilkeli bir tasarrufa bırakılmalıdır. Üst kuruluşların onayı ya kaldırılmalı ya da sembolik olmalıdır.
* Rektör, yönetici ve akademisyenleri politik baskılardan steril edilecek bir yapılanma muhakkak kurulmalıdır. Rektör, yöneticiler ve akademisyenlerin hesap verebilmeleri için açık, şeffaf örgüt kültürü yaratılması temel alınmalıdır.
* Yeni üniversite, fakülte ve yüksek okul açma koşulları sıkı tutulmalı ve ilkelere dayandırılmalıdır.
Yazacak, tartışacak, konuşacak çok şey var ama süre ve yer kısıtlı…
* * *
Üç konuyu vurgulamak isterim.
Birincisi Polatlı Cumhuriyet Ortaokulu’nda hem müdürümüz hem de Resim İş öğretmenimiz rahmetli Kerim Erdem’in özverili, idealist çalışmasını hiç ama hiç unutamam. Resim İş dersinden birinci sınıfta ilk notum on üzerinden üç; üçüncü sınıfta son notum dokuzdu. Aradaki farkı veya gelişmeyi onun disiplinli ve ödünsüz ama gözlerindeki tatlı sert sevecenliğe borçluyum.
İkincisi akıl, bilim, objektiflik, laiklik ve demokrasi ile özerk üniversite güzel gelecek ve Türkiye savunması akademisyenlerin olmazsa olmazıdır ve meslek ahlakının bir parçasıdır.
Üçüncüsü ‘öğretmenin böün canlı ders var mı?’ diyen sese bu güzelim saf temiz Anadolu sesine kulak verelim. Onları sevmeden eğitimcilik olamaaaazzz!
Yüreğinizden yurt ve insanlık sevgisi artsın eksilmesin taşsın dökülmesin… Sevgiyle dostlukla…