Prof. Dr. Alper Çabuk yazdı
Gerçekte evren hiç var olmadı desem, pek çoğunuz bana “Hoca herhalde delirdi.” derseniz, eminim. Ama bilim adamlarının Cern’de yaptıkları deneylere göre, evrenin var oluşunu açıklayan Büyük Patlama’nın teoridekine uygun şekilde meydana gelmesinin mümkün olmadığını söyleyecek olursam “Nasıl yani?” diye sorarsınız.
Bilim (science) kelimesinin kökeni Latince bilgi anlamına gelen “scientia” kelimesine dayanır. Bilimin pek çok tanımı var. Bunların içinde benim en yakın olduğum tanım, evrenin, evrendeki olguların ve olayların bir bölümünü ele alıp birtakım yöntem ve deney yolları kullanarak ve gerçeğe, gerçekliğe dayanarak birtakım yasalara ulaşan bilgi yolu, düzenli ve tutarlı bilgidir. Biraz açıklamak gerekirse bilim, somut kanıtlara dayanarak dünyanın ve evrenin tarihini ve nasıl çalıştığını anlamaya yönelik, doğal süreçlerin kontrollü deneylerle taklit edilmesi ve doğal olayların gözlemlenmesiyle yapılan bir insan çabasıdır. Bilimi besleyen en önemli şey merak ve etrafındaki olaylara şüphe ile bakmaktır. Yani bilim merak ve şüphe gerektirir. Benim bir bilim insanı olarak yapmaya çalıştığım şey, Dünyamız ve Dünyamızı oluşturan sistemleri anlamaya yönelik çalışmalar yapmak ve bunun paralelinde, insanların kalkınmak ve yerleşimler oluşturmak için yaptıkları müdahaleler boyunca gezegenimizin özelliklerini anlayarak ona uyum içinde hareket etmelerini sağlamaya çalışmaktır.
Ancak gezegeni anlamak oldukça zordur. Düşünün şöyle bir. İçinde yaşadığımız gezegen 4 küsur milyar, evren ise 10 küsur milyar yaşında. Modern bilimimiz gezegenimizi ve evreni son dört-beş yüzyıldır anlamaya çalışıyor. 10 küsur milyar yaşında evrenimizin yaşını insan ömrüyle ölçeklendirecek yeni bir zaman tanımı yapacak olursak, insan ömrüne indirgenmiş bu yeni zaman tanımında insan oğlu üç-beş saniyeden beri evreni ve gezegenimizi anlamaya çalışıyor. Dolayısıyla sıklıkla söylediğim gibi aslında bilimsel çalışmalara bağlı olarak doğru bildiğimiz pek çok şey, aslında belki de yanlış. Belki de tüm modern bilimimizi yanlışlar üzerine kurduk.
İşte benim bu yaklaşımımı destekleyen ilginç bir deneyin sonuçları Nature Dergisi’nde yayınlandı. Makale, Cern’de yapılan bir deneyin sonuçlarını aktarıyor ve ortaya çıkan sonuçlara göre evrenin aslında hiç var olmaması gerekiyor. Bu çalışma modern fizikteki büyük gizemlerden biri olan, zamanın başlangıcında antimaddenin neden tüm evreni yok etmemiş olduğunu açıklayan madde ve antimadde arasında bir fark olduğu varsayımını desteklemek için yapılmış bir çalışmaydı. Bu amaçla CERN’de çalışan bir grup fizikçi bir anti protonun bir diğer parçacıkla ne kadarlık bir manyetik kuvvetle reaksiyona girdiğini ölçecek bir deney yaptılar. Sonuçta “yapılan tüm gözlemler gösterdi ki, madde ve antimadde arasındaki tam bir simetri vardı” ve bu, bugüne kadar evrenin kabul edilen oluşma teorisi Büyük Patlama (Big Bang) ile çelişiyordu. Zira teoriye göre eşit miktarda madde ve antimadde oluştu ve antimadde ve madde arasındaki fark nedeniyle bunlar birbirini yok etmediler, böylece galaksiler, güneş sistemleri, gezegenler oluştu. Ancak Cern’de yapılan deneyin sonuçlarına göre “madde ve antimadde arasında bir fark yoksa, bu yanıcı karışım birbirini yok ettiğinde, geride galaksileri veya her şeyi oluşturacak bir şey kalmaması ve bu nedenle evrenin gerçekte olmaması gerekiyordu”.
Bu deney bizi yaradılış fikrine biraz daha yaklaştırıyor. Ancak bana göre bilim insanları olarak tartıştığımız şey var oluş ile yaradılış arasında sıkışıp kalmaktan çok daha önemli bir konu olmalı. Yapmamız gereken temel şey bana göre bize bahşedilen bu olağanüstü dünyayı ve dünyamızı oluşturan sistemleri anlamaya çalışmak. Ona uyum içinde yaşamlarımızı planlamak. Ona tehdit olmamak. Unutmamak lazım ki, biz dünyaya tehdit olursak, o da bize tehdit olacaktır. Küresel iklim değişiklikleri, son yıllarda giderek artan afet maruziyetleri, kuraklık, açlık, yoksulluk, bölgesel çatışmalar ve benzeri olayların hepsinin temelinde gezegenimizi ve onu oluşturan sistemleri umursamayan kalkınma anlayışımız var.