Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 27 Mart ve 2 Nisan tarihleri arasındaki vaka sayılarını açıkladı.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca 27 Mart ve 2 Nisan tarihleri arasındaki vaka sayılarını açıkladı. Buna göre Eskişehir'deki vaka sayısı yüz binde 358,90 gibi korkunç bir seviyeye ulaşmış. Hani bir ara "Çember daralıyor" diyorduk ya, işte şimdi böyle bir laf etmiyoruz. Çünkü çember filan kalmadı. Çember darmadağın olup gitti. Türkiye genelinde de rakamlar öyle bir seviyeye geldi ki yasakların geri gelmesi kaçınılmaz oldu. Havalar güzelleşmesine karşın – maalesef – evlerimize kapanmak zorunda kaldık. Bu sebepten ötürü oturup da hükûmeti suçlamaya bir anlam veremiyorum. Maske – mesafe – hijyen kurallarına, ki özellikle de mesafe kuralına uymayarak bu sonucu kendimiz hazırladık. Ancak elbette hükûmetin alması gereken bazı tedbirler olduğunu da unutmayalım. En önemlisi aşı... Bu felaketi nüfusumuzun yüzde 70'ini aşılatmadan atlatamayacağız. Avrupa Birliği ülkelerinde nüfusun yüzde 16'sı aşılanmış durumda. Bu oran ülkemizde yüzde 8 seviyesinde. Ancak yine de hükûmeti fazla eşetirmeye dilim varmıyor. Çünkü dünya genelinde aşı temin etmekle ilgili büyük bir sorun var. Hükûmete en büyük eleştirim şehirler arası seyahatleri kısıtlamamış olmaları. Şubat ayının 14'ünde Eskişehir'deki vaka sayıları yüz binde 30,99 idi. Çevremizdeki iller kırmızı renkteyken, biz sarı renkteydik. Bunun üzerine Afyon, Kütahya ve Bilecik'ten çok kişi şehrimize akın ettiler. Tabii bu arada beraberlerinde hastalığı da yaydılar. Benzer olaylar Türkiye'nin dört bir yanında yaşandı. Vakit geçirmeksizin şehirler arası ulaşıma kısıtlamalar getirilmeli. Yine de iş dönüp dolaşıp vatandaşın bireysel tedbirlerine geliyor. Bizler maske – mesafe ve hijyen kurallarına uyarsak sorunlar kendiliğinden ortadan kalkar. Yok tedbirlere uymazsak işte böyle ağır kısıtlamalarla karşılaşırız.
Haftanın düşmanı amiraller
104 emekli amiral bir bildiri yayınlayarak Montrö antlaşmasının önemine işaret etti. Tabii hükûmet bu olay karşısında yeni bir mağduriyet algısı yaratma fırsatı bulduğu için çok sevindi. Eğri oturup doğru konuşalım; Türkiye her hâliyle çökmekte olan Osmanlı'yı anımsatıyor. Borç batağı içinde inim inim inliyoruz. Kendi paramızla aldığımız füzeleri bile – korkudan – kuramıyoruz. Suriye sınırının az ilerisinde PKK terör örgütü neredeyse devlet kurdu. Son iki senedir basında bu konuyla ilgili tek kelime bile okuyamıyoruz. Mehter marşıyla gittiğimiz Libya'dan, İzmir marşı ile geri döndük. Fransa basını başta olmak üzere arkamızdan cümle âleme maskara olduk. Avuç içi kadar Yunanistan, ülkemize ayar çekiyor. Amerika'nın başkanı olacak şahsı telefonla arıyoruz, adam telefonlarımıza bile cevap vermiyor. Ekonomi daha da kötü. Esnaf birbiri ardına intihar ediyor. Vatandaşlar sokak köpekleriyle kavga edip, çöplüklerden yiyecek topluyor. Bizzat hükûmetin ortanca ortağı "Askıda ekmek" kampanyası başlattı. Kasada paralar suyunu çekmiş olacak ki kısa çalışma ödeneğini bile veremez duruma geldik. Çaresiz kutsal askerlik tezkeresini satışa çıkarıyoruz. Parayı bastıran askerlik yükümlülüğünden kurtuluyor. Bunu Osmanlı'nın 'Hasta Adam' olduğu dönemde bile yapmamıştık. Çaresiz Çinli bankerlere avuç açtık. Adamlar bildiğin tefeci... Bütün bu koşullar altında hükûmet kendi seçmenine ne diyecek? "Ekonomi tıkırında" mı diyecek? "Avrupa bizi kıskanıyor" mu diyecek? "Aman istikrar bozulmasın" mı diyecek? "Petrol bulduk, doğalgaz bulduk" mu diyecek? Bunları söylerlerse güldürürler kendilerine... Çaresiz hayali bir takım düşmanlar üreterek mağduriyet yaratmaya çalışıyorlar. Şimdiki hayali düşmanlar emekli amiraller. Neymiş? Darbe yapacaklarmış. Adamların yaş ortalaması 77... İçlerinde yürüteçsiz yürüyemeyenler var. Takma dişleri olmasa armut bile ısıramayanlar var. Prostatlarından dolayı gecede beş kere tuvalete kalkıyorlar. Bunlar mı darbe yapacak? Adamların elinde Doğu Akdeniz'in en büyük donanması varken darbe yapmadılar da şimdi mi yapacaklar? Darbenin merkezi neresi olacak? Emekliler kıraathanesi mi?