Milletvekili Jale Nur Süllü, neden Eskişehirli çiftçilerimizin "Bitkisel Üretimin Geliştirilmesi Programı"na dâhil edilmediğini sordu
Milletvekili Jale Nur Süllü, neden Eskişehirli çiftçilerimizin "Bitkisel Üretimin Geliştirilmesi Programı"na dâhil edilmediğini sordu. Sorunun muhatabı olan Tarım Bakanı, tulum giyip uçak uçurmaktan arta kalan vakitlerinde bu soruyu yanıtlayacaktır. Ben Allah'tan ümidi kesmeyenlerdenim. Bilindiği gibi Tarım Bakanlığı yüzde 75 oranında tohum desteğinde bulunuyor. Bu uygulama kağıt üzerinde çok iyi elbette. Ancak uygulandığını da göremiyoruz. En azından Eskişehirli çiftçilerimiz avuçlarını yalamakla meşgul. Türkiye'de çiftçimize tohum hibe desteğinde bulunuluyorsa, bu uygulamadan Eskişehirli çiftçiler neden yararlanamıyor? Soru çok basit aslında; Eskişehirli çiftçilerimiz alınlarının teriyle tarlalarını sulamıyor mu? Bizim çiftçimiz üvey evlat mı? Tekar ediyorum; ben Allah'tan ümidi kesmeyenlerdenim. Ekrem Pakdemirli'nin oğlu, bu soruya elbet cevap verecektir. "Üvey evlat muamelesi görmesi, üretmek için varını yoğunu harcayan üreticimizi derinden yaralamıştır" diyen Jale Nur Süllü'ye harfi harfine katılıyoruz. Neden 21 ildeki çiftçimize destek verilir de kalan 60 ildeki çiftçimize üvey evlat muamelesi yapılır? Neden Eskişehir bu uygulamanın dışında bırakılır? Anlayan varsa beri gelsin.
Neleri özledik?
İnsan evlatları sahip oldukların değerlerin kıymetini kaybettiği zaman anlarmış. Bu koronavirüs illetiyle birlikte sahip olduğumuz ancak kıymetini bilemediğimiz şeylerin farkına varmaya başladık. Mesela lokantaya gidip, "Çek bir işkembe; tane bol olsun!" demeyi bu kadar özleyeceğimizi bilemezdik. Mesela kendi adıma berbere gitmeyi çok özledim. Yine hiç tanımadığımız bir adamla el sıkışmanın bile özleneceğini düşünmezdik. İş çıkışında arkadaşlarla bir yerlere gidip kahve içmehnin ne kadar güzel bir şans olduğunu yeni yeni anlıyoruz. Bu arada hiç özlemediğimiz şeyler de var elbette. Mesela bir yetkilinin çıkıp da, "Bunlar camilere süngüyle saldırdılar" demesini özlemedik. "Bay Kemal!" diye kükreyen bir siyasetçiyi de özlemedik. Veya "O kadın var ya o kadın!" diyen bir siyasal iklimi özlediğimizi de söyleyemeyiz. Şaka bir yana koronavirüs bizi çok üzdü ancak, biraz da rahatlamamıza, kafamızı dinlememize neden oldu.
İyileşenler de var
Bu tip krizlerde vatandaşın mucizelere olan ihtiyacı da artıyor. Mesela deprem olsa ve 10 binlerce vatandaşımız hayatını kaybetse çok üzülürüz. Ancak yıkıntıların arasından çıkarılan 3 yaşındaki bir kız çocuğu moralimizi düzeltir. Benzer bir durum koronavirüs salgınında da yaşanıyor. Son olarak Osmangazi Üniversitesi'nde 75 yaşındaki bir hasta da taburcu edildi. Umreden gelen Meryem Şaşmaz, sağlık görevlilerinin alkışları arasında memleketi Diyarbakır'a uğurlandı.
Şimdi bu tip haberlere ağırlık verip, vatandaşın moralini düzeltmek de mümkün. Ancak biz gazeteciler bu konuda biraz ihtiyatlıyız. Zira "Herkes iyileşiyormuş, korkulacak bir şey yokmuş" gibi bir algı oluşturmamız da mümkün. Böyle bir algının da faydasından çok zararı olur.
Hiçbir şey değişmeyecek
Bundan 4 ay önce "Kent girişlerine barikatler kurulacak, kaçak girişler engellenecek" denseydi – sanırım – hepimiz ayağa kalkardık. Ancak şimdi bu işi yapan yetkilileri tebrik ediyoruz. Salgınla birlikte hayatımız çok değişti. Ben bazılarının söylediği, "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" sözlerine de katılmıyorum. 1999 depreminden sonra da, "Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" demiştik. Elazığ depremindeki skandalları gördünüz işte. Aynı tas, aynı hamam devam ediyoruz. Büyük şair Mehmet Akif, "Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar / hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi" ifadelerinde bulunmuş. Bu belayı da def edeceğiz elbette. Ancak hayatın bana öğrettiği bir şey varsa, hayatın millete hiç bir şey öğretmediğidir.