Eskişehir’de popüler olmak ve niteliğinize bakılmaksızın tanınmak istiyorsanız aslında çok çaba harcamanıza gerek yok. Bir kesimin öyle bir yapısı var ki, siz onların egosunu okşayınca ister istemez onlarda sizi alkışlıyor ve kendinizi prim yapmış hissedebiliyorsunuz.
Yeni başlayanlar için tavsiyem ilk olarak kendilerine bir düşman belirlemeleri. Daha fazla prim yapmak için düşman sayısını artırabilirsiniz.
Mesela Ahmet Ataç’ı eleştirmek prim yapmak isteyenlerin ilk tercihi olabilir.
Sonra herhangi bir seçim için birkaç önemsiz ismi aday gibi gösterip egolarını okşayarak sırtınızı sıvazlamasını sağlayabilirsiniz.
Bu hamle ile iktidardan yana gözükür, akşam olduğunda her muhabbet meclisinde onlara sövdüğünüzü kamufle etmiş olursunuz. Çıkar dünyası gereği siz de onlarda bunu bilmenize rağmen işbirliğine devam edersiniz.
Herkesin doğru dediğine yanlış, yanlış dediğine doğru demeyi yayıncılık ilkesi olarak benimseyebilirsiniz.
“Biz yazdık hava karardı” “Biz uyardık Güneş tutuldu” “Biz söyledik yağmur yağdı”
Gibi olağan gelişmeleri sizin yönettiğinizi düşünebilirsiniz.
10 kişi bir araya gelip aman maşallah, nazar değmez inşallah, sen harikasın, sen süper gidiyorsun, sen bambaşkasın gibi kendi kendini motive eden bir saadet zinciri kurabilirsiniz.
Anadolu Gazetesi’ni dilinize dolayıp sataşmalarda, suçlamalarda bulunabilir. Sırf ağabeylerinize yalakalık yapmak için etik değerleri kendinize göre şekillendirebilirsiniz.
Düne kadar methiyeler dizdiğiniz kurumlar, bugün patronunuz istiyor diye düşmanınız olabilir. Ama siz hala objektif olduğunuzu iddia edebilirsiniz.
Hiçbir vasfı olmayan adamları tam sayfaya taşıyıp, adamı vasıflı, kendinizi o vasıflı adamla haber yapmış tek medya kurumu da ilan edebilirsiniz.
Ama unutmayınız.. Siz oldukça eskisiniz.
Huyunuz, suyunuz, ne olduğunuz herkes tarafından bilinebilir. Kalabalıklar dediğiniz etrafınızdaki 3, 5 goygoycu yanınızdan ayrıldığında birden boşluğa düşebilirsiniz.
Söz uçar yazı kalabilir. Asma katlarda, asma yapraklarına asabilirsiniz pişmanlıklarınızı.
***
Medya yöneticilerinin önemli bir bölümü çok kıskançtır. Her biri kendi yaptığı gazetenin en iyisi olduğuna inanır. İktidarı destekleyen gazetelerin birinci sayfalarına bakıp " Bizimki yine felaket yalakalık yapmış..." der veya aynı çizgideki “Sözde” arkadaşlarının yaptığı gazeteyi eline alıp "Sağ olsun severim, ancak bu topluma bu kadar yabancı manşet atılır mı? Sanki burası İngiltere..." diye alay eder. Yazı işlerindeki diğer arkadaşları da, genel yayın yönetmenini alkışlar.
Bakmayın, yazarların da yöneticilerden pek farkı yoktur. Sadece kendi yazılarıyla doludurlar. Her konuşmalarına "Önceki gün yazdığım gibi..." cümlesiyle başlarlar. Egoları burunlarından fışkırır. Kıskançlığını bastırmış ya da bir başka meslektaşını övecek özgüvene sahip olanımızın sayısı çok azdır.
İşte biz böyle garip bir kesimiz. Kendi dünyamızın içinde birbirimizle didişir dururuz. Karşılaştığımızda çok sevişiriz, sırtımızı dönünce etmediğimiz laf kalmaz. Mesleğimiz eleştiriye dayanır. Herkesi eleştiririz, ancak kendimizin eleştirilmesine hiç tahammül edemeyiz.
Türk toplumunun tam bir aynasıyızdır. Zaten başka türlüsü de düşünülemez ki...
Yukarıda sözler bana değil Mehmet Ali Birand’a ait. Birand İstanbul basını için yazmış bu cümleleri ama gel gör ki, aklın yolu bir, doğru bir tek İstanbul’dan geçmiyor, Eskişehir’e de uğruyor.