Çok iyi başlamıştık yeni yıla. Çin’de vardı bizde yoktu. Hele hele geleceği hiç yok gibi sanmıştık
Çok iyi başlamıştık yeni yıla. Çin’de vardı bizde yoktu. Hele hele geleceği hiç yok gibi sanmıştık. Kör olası Mart kapıdan baktırmadı kazma kürek yaktırmadı ama bu sefer maske taktırdı. İlkin sandık ki bu işi üç dört haftaya atlatırız. Gel gelelim işin öbür tarafı hiç de öyle değildi. Görünmez bir el değil ama görünmeyen bir lanet bu sefer proletarya başta olmak üzere tüm alt sosyal kesimlerle birlikte az çok gelişmişleri, gelişmemişleri vurdu gitti.
Kimine göre korona büyük bir olasılıkla bize tekelci burjuvazinin oyunuydu. Biz tüm ezilen ülkelerin halkları oligarşiye, faşizme ve bilumum ‘izm’lere karşı tek bir yumruk tek bir yürek olamadık gitti. Sakıncalılar, sakıncasızlar ne derece ayrı kaldılar bilemem ama önceleri çok yalnız kaldığımız açıktı. Sadece yıllardan sonra ilk defa bir bakan hepimize hitap ediyor sorulara teknik yanıt veriyor ve sorunları çözmeye çalışıyordu. Ne yazık ki bir süre sonra oradan da umut kesildi…
Bir bakıma geçen yılın ilk altı ayının son dört ayı yitirdiklerimiz ve yeni mesafeli hayata ve ortama alışma ile geldi geçti. Milli eğitim şaşkın, yükseköğretim bir başka şaşkın yöneticiler bir başka şaşkın özcesi hepimiz bir başka şaşkın... Bir kısmımız akşam öğrencilerle ‘haha hihi ağzını çırarım anama söylirem’ ve benzeri işler ya da yaranma tivitleri ile meşguldüler.
Ancak kabul etmek gerekir meslek liseleri bir parça iyiydiler ve öndeydiler. Yine bizim yerli ve milli ya da yaban ellerin sosyalistlerinin politeknik eğitimine kalmıştı bizim inanan inanmayan kandaş, yoldaş, yandaş, vatandaş ve yurttaş cemi cümlemiz. Okullar fabrika gibi olmalıydı, üretmeliydi ve kamusal işgörü yüklenmeliydiler. Ağır aksak, eksik fazla meslek liseleri yaptıklarıyla dikkat çekti.
Çıkardığımız ders meslek lisesi memleket meselesi konusunu tez elden masaya yatırıp bir yapılanmaya gitmek gereksinimden öte zorunluluk…
Akademi bazı kimi istenmeyen konularla yer yer gündeme geldi. Üniversite öğretim elemanları ve etik sorumluluk bu yıl bizim cenahta biraz daha fazla sorun olmaya başladı. Efendim atanma, yükseltme ve görevlendirmelerle ilgili kimi sorunlar medyaya daha çok yansır oldu bu dönemde.
Birincisi nerede nasıl konuşulacağı akademisyenlerin mesleki ahlak sorunudur. Bu bağlamda birinci sorun akademisyen akademik kimliğiyle güncel olaylara sıradan bir kişi gibi konuşmaması gerektiğini bilinmesidir. İkincisi ideolojik veya inanca ilişkin akıl dışı bilimsel olmayan öznel görüşleri o kimlikle ifade etmemesini gerektiği öğrenilmesidir. Üçüncüsü politik kişiliklerle akademisyenin muhatabı olacağı durumlar veriye dayalı teknik konular olduğunu anımsanmalıdır.
Genel olarak çıkartacağımız ders, akademinin ilkeleri akılcılık, bilimsellik, demokratiklik, laiklik ve nesnelliktir. Bu ilkeler yer yer zaten iç içedir. Birbirilerinden de soyutlanamazlar. Bütün mesele bu ilkeleri meslek ahlakı olarak pratikte uygulamaktır.
İkinci boyut akademik atama ve yükseltmelerle ilgili konu. Bir kısım üniversitelerde rektörlerin eş, dost atamasına tanık olundu. YÖK’ün yerinde birkaç kararla eş, dost kayırmacılığa anında müdahalesi doğru kararlardır.
Kimin nereye hangi koşullarda nasıl atanacağı konusu kesinlikle yönetsel metinlerde net bir şekilde açık açık belirtilmelidir. Atamalardan özellikle araştırma görevlisi ve doktor öğretim üyesi atamaları kritik atamalardır. Bu atamalarda çok titiz, adil, hak ve hukuka uygunluğa dikkat etmek bir mesleki etik ve hukuksal sorumluluktur. Adayların tümüne eşit uzaklıkta olmak bir gerekliliktir. İçten beslemeli sistemde ilan işine son vermek bir gereklilik. Maliye, YÖK ve üniversiteler ortak bir kararla bu işi yeni bir mevzuata bağlamalıdırlar. Kimin atanacağı üç aşağı beş yukarı belliyken arkadan dolanma şu bu işlerine hiç gerek yok. Yıllarını o üniversite ve kente vermiş kişileri heder etmek doğru değildir. Ayrıca meslektaşları birbirine düşürmek kurumları olumsuz etkilemektedir. Eski büyük üniversitelerden gelişmekte olan üniversitelere geçişte yeni destekleyici koşullara gereksinim var gibi… Araştırmalıyız tartışmalıyız ve yeni çözüm yolları bulmalıyız…
Anadolu Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki pano yenilendi!
Bilenler bilir Akademi’nin yeni kampüsteki ilk binası şimdiki Hukuk Fakültesi’dir. Akademi o yıllarda yani 1968’de yeni binasına taşındığında o dönem Akademi’ye emek verenler bir mermer panoda tarihe not düşmüşlerdi. Bir önceki dönemde pano neye dayanarak olduğuna pek de akıl erdirilmeyen; biraz da bilinen bilinmeyen konuşulmayan bir nedenden bertaraf edilmişti. Bu tümce; ‘hiçbir şey olmamışsa bile bir şey olmuştur gibi bir şey oldu’… Yeni dönemde Hukuk Fakültesi dekan vekili Prof. Dr. Recai Dönmez tarafından pano yerine yeniden tevdi edildi.
Kurumların yaşamasını etkileyen kuşkusuz değişik faktörler var. Bunlardan biri örgüt- kurum kültürüdür. Simgeler, tarih, kahramanlar, kullanılan dil, sloganlar, törenler, anlatılar ve varsayımlar örgüt kültürünün kimi unsurlarıdır. Örneğin fakülte ve yüksekokulların pilav günü, diploma töreni, rozetleri, önemli gün köşeleri bu unsurların kimi somut örnekleridir. Bu noktada kurum kültürüne sahip çıkılması nedeniyle rektör Prof. Dr. Fuat Erdal ile dekan vekili Prof. Dr. Recai Dönmez’in tavırları doğrudur…
Salgın yönetiminde yerel yönetimlere çok gereksinim olduğu görülmüştür. Yerel yönetimlere güven demokrasiye güvendir. Unutmamak gerekir ki demokrasi yerel yönetimlerle gelişecektir. Burada iki konu önemli. Birincisi merkezi yönetiminin kimi görev ve yetkileri yerele aktarılmasıdır. İkincisi yerel yönetimlerin başkanın ve siyasetin sultasında kurtarılmasıdır. Seçilmek başka; partiye ve ideolojiye hizmet farklı şeylerdir. Seçilmek demokrasinin bir olanağıdır; partizanlık otoriter olmanın ve etik dışılığın bir yansımasıdır. Ayrıca merkezi yönetimin tüm yerel yöneticilere eşit olması onları kamu yönetimini bir parçası olarak görmesi demokratik ahlak sorunudur.
Kutuplaşıyoruz iyi bir gidiş değildir
Hemen her konuda kutuplaşıyoruz. Bakın şu konulara!
Hepimizi olmasa da çoğunluğumuzun favori televizyon kanalları ya da internet sitelerimiz var gibi sanki sadece oraların doğru olduğu gibi bir algı son derece yaygın.
Sizin gazete, bizim gazete ve onların gazetesi…
Sizin televizyon, bizim televizyon ve onların televizyonları…
Sizin belediye, bizim belediye ve onların belediyeleri …
Bu örnekleri daha da çoğaltabilirsiniz
Bu giderek sizin baro bizim baroya kadar vardı.
Nihayetinde bu hastalık her kuruma şöyle ya da böyle sirayet etmiş. Bu bir bakıma tencere dibin kara senin ki benden daha kara misali. Aslında işte buranın altını çizerek yazıyorum.
Olan ülkeye oluyor. Unutmayın insanlar fani ülke baki…
Kutuplaşma gerçekleri konuşmanın yerine; sadece kendimizi doğru gören amaçlı ön yargılı konuşmalara neden olmakta. Sonuç gerçeği yansıtmayan bir görüş güruhu…
Kutuplaşma akılcılık yerine çıkarcılık sen ve ben kavgası … Sonuç bölünen toplum…
Kutuplaşma hesap kitap yerine müsriflik ve israf getiriyor. Bu çarçur edilen paralar haksız rekabet, torpil, kayırmacılık … Sonuç değerlerini yitiren toplum.
Önerim şu hepimiz ama hepimiz aklımız başımıza toplamalıyız.
Yeni yılın hepimizin aklımızı başımıza topladığımız bir yıl olması dileğiyle…
Demokrasi, ekmek, barış, sevgi, kardeşlik, ekonomik büyüme ve hakça paylaşım yeni yılın güzellikleri olsun…
Sağlık, esenlik ve güzellikler hepimizin olsun!