10 aylık adı Kuzey olan dünyanın en tatlı, Allahın lütufu diyebileceğimiz bir oğlum var. Tepebaşı Belediyesi’ne ait Doğal Yaşam Barınağından evlat edindik.
5 Kardeş doğdular. 3’ü hayata direnemedi öldü. Yaşamayı beceren 2 kardeş’i takibe aldık. Evlat edinmek istiyorduk ama bunun sorumluluğunu becerebilir miyiz diye eşimle uzun uzun konuştuk ve ortak bir karar ile oğlumuzu aldık. Onu evimize götürürken her şeyin farkındaydık.
Eşyalarımızın parçalanmasını, duvarlarımızın yenmesini, kıl tüy olmasını yadırgamayacağız. Tuvalet alışkanlığının uzun süre de kazanılacağını unutmadan sabredeceğiz. Sağlıklı büyümesi için kendimiz için yaptığımız her şeyi onun içinde yapacağız. Evde onun için yasak olan bir alan olmayacak. Onun dilinden anlamak için sürekli empati kuracağız. Yorgun olsak bile onunla oynayacağız, onu bir bireyden daha aşağıda tutmayacağız. O var diye evimize gelen olmayacaksa gelmeyebilir diyeceğiz. O var diye rahatsız olan bir ev sahibimiz varsa evimizi de değiştireceğiz diye.
Velhasıl her şeyi bilerek ve bu sorumluluğu göze alarak başladığımız bu süreçte inanın bizim ona öğrettiklerimizden çok onun bize öğrettikleri oldu.
Gençlik hastalığına tutulacak diye korkup sabahlara kadar karnını nemli bezlerle silerken anladık biz ona değil o bize sahip olmuştu.
Yüksek diye yataktan inemediği için yardım isteyen bakışlarının ne çok şey anlattığını.
10 dakika bile dışarı çıksak, dönüşte sevinçten pervane olan kuyruğunun kalbinin dili olduğunu.
Akşam iş dönüşü asansör kapısına kadar gelerek insanı eşinden bile coşkulu bir sevgiyle karşılayan bir varlığın yüreği nasıl ısıttığını
Yemek yemediğinde acaba hasta mı diye içimize düşen o ince tedirginliği ve kendimi mutsuz hissettiğim zamanlarda başını omzuma yaslayarak beni nasıl o kötü ruh halinden kurtardığını.
Şimdi 10 aylık olan oğlum için sürekli içimi yiyen dert ne biliyor musunuz? Ömürlerinin 9, 10 yıl gibi bir ortalama olduğu gerçeği ve daha yaşamını başında olmasına rağmen ya o gün çabuk gelirse ben nasıl o acıya dayanırım sorusu.
Tüm bunları niye anlattım biliyor musunuz?
Hayvanları severek büyümek, herhangi bir hayvanla temasta olmak ve daha küçük yaşlardan itibaren bu sevginin kazanılmasında diğer insanların büyük payı var.
Daha bebekken etrafımda dolaşan kedi yavruları ve kuşlar içinde büyümek. Benden yaşça büyük kardeşlerimin evlerinde köpekleriyle yaşadığı mutluluğa tanık olmak ve hayvanlara karşı sevgiyi aşılayan eğitimcilerin öğrencisi olmak bakış açınızda farklı bir algı oluşturup sizi doğru yönlendiriyor.
Dün akşamdan beri Sosyal Medya’da gencecik bir insanın bir Can’a yaptığı vahşeti izliyoruz. İlk gördüğümden beri içim yangın yeri. Yalan yok büyük öfke ve kin duydum ilk başta. Ancak bir can’a şiddet gösteren insanı şiddetle cezalandırmayı düşünürsek bizim ne farkımız kalır ki?
Kusura bakmayın bu suç hepimizin.
Böylesi bir durumu kabahatten çıkarıp suç saydıramıyorsak. Çocuklara kişisel ve kurumsal olarak hayvan sevgisi kazandırma adına sorumluluklarımızı yerine getiremiyorsak. Müslüman bir ülkede bir hayvana zarar vermenin günahını, ona merhamet etmenin sevabını anlatamadıysak. Bunu yapabilecek gençleri uzun eğitim hayatı boyunca tespit edemeyecek kadar onlardan uzak eğitimciler varsa ve daha dün yazdığım gibi yerel yönetim adaylarının hayvanlara dair tek bir proje vaadi yoksa bu suç hepimizindir.
Can’ı linç ettik, öldürdük diyelim kime yarayacak. Sokaktaki hayvanlar açlıktan, zorbalıktan susuzluktan kurtulacak mı? Hayır.
Bu yüzden onları hediyelik mal olmaktan çıkarıp, yapılanları suç sayacak bir sisteme ve hepsinden önemlisi aile’den başlayan bir farkındalık yaratmaya mecburuz. Ve bugün tüm bunlara uyanmak için son derece önemli bir gün. Günaydın