Turizm ülkemiz için önemli bir gelir ve istihdam kaynağı. 2016 yılında Türkiye’de turizm sektörü dibe vurdu. Önümüzdeki yılda da önemli bir toparlanma beklemiyorum açıkçası. 1980’li yıllardan itibaren ülkemizin turizm politikası çok da sağlıklı bir şekilde geliştirilmedi, ağırlıklı olarak kitle turizmine yönelik bir gelişim ortaya çıktı. Zaten kitle turizmi tabiatı itibarıyla turizmi sürdürebilir olmaktan çıkaran bir yaklaşım. Dolayısıyla sektör krizlere karşı çok kırılgan. Bu yıl bitmeden pek çok turizm şirketinin iflas erteleme talebinde bulunması ya da iflas etmesi kaçınılmaz gibi gözüküyor.
Beni tanıyanlar bilir, benim için Karaburun Yarımadası’nın özel bir yeri vardır. Bunun birinci sebebi, doğal ve kültürel çevre özellikleri ve çok özel doğal ve kültürel zenginliği, ikinci sebebi ise diğer turizm yerlerine göre çok fazla gelişmemiş olması, dolayısıyla turizme kaynak olan çevre özelliklerinin çok fazla tahrip olmamış olmasıdır. Ancak bu günlerde Yarımada tarihinin belki de en zor dönemlerini yaşıyor. Gençlerin istihdam sorunları nedeniyle başka yerlere gitmesi neticesinde nüfus giderek yaşlanıyor, yerel halk üretemez hale geliyor ve fakirleşiyor. Bu bağlamda bölgede yürüttüğümüz projelerle yerel halkın kalkınmasını sağlayacak alternatifleri ortaya koymaya çalışıyoruz. Bunlardan biri gastronomi turizmi, yeşil turizm, agroturizm gibi alternatif turizm şekillerini bölgeye kazandırmak. Yerel halkı bu konuda istekli hale getirmeyi başardık. Bölgenin potansiyelini belirledik, tüm doğal ve kültürel karakterlerini ortaya koyduk. Ancak zorluk çektiğimiz konulardan bir tanesi konvansiyonel turizm ve ikinci konut alternatifi olarak agroturizmi, gastronomi turizmini, ev pansiyonculuğunu, yeşil turizmi iç ve dış pazara yönelik talep edilen bir olgu haline getirmek. Aslında bu bölgeye çok yakın karakterde olan Yunan adaları bunu başarmış durumda, ancak bizde bu sağlanamamış durumda. Bu noktada değerlendirmemiz gereken konulardan en önemlilerinden biri aslında neden yerli turist bu bölgeyi değil de, Yunan adalarını tercih ediyor? Üstelik yerli turist içinde Yunan adalarının çok sayıda müptelaları da oluşmuş durumda. Bir gitmekle kalmıyorlar, her sene yeniden yeniden gidiyorlar... Burada bizim çevreyi tahrip eden kolaycı, ancak sürdürülebilir olmayan turizm yaklaşımlarımız ve politikalarımız kadar, turizme ve turiste bakış açımız ve iş ahlakımız da etkili oluyor. Turist mi, kazıkla gitsin, kaliteyi düşünme, nasılsa biri gider, bir başkası gelir yaklaşımı da tuzu - biberi...
Tesadüf denk geldi geçenlerde internette; bir Ekşisözlük kullanıcısı neden Türkiye’de tatil yapmak istemediğini şu şekilde ifade etmiş:
“Geçen sene kendi kendime söz verdim ve artık Türkiye’de tatil yapmıyorum dedim. Ne Çeşme, ne Bodrum, ne de Antalya. Zaten defalarca kez gittim gördüm. Artık sıkıldım. Ne yaptım? Gittim Aralık ayında Tayland'a tatilin kralını yaptım. Eğlence olsun, aksiyon olsun, deniz olsun en iyisini yaşadım. Yazın ise rotam Sicilya. Uçak bileti 600 lira. Yazın Bodrum'a o paraya uçamıyorsun. Arabayla gitsem, benzine daha fazla para vereceğim. Oteller o kadar pahalı değiller. Bodrum'da en kötü otel 200 TL'den başlıyor. Yurtdışında her şey dahil sistem olmadığından yemek biraz pahalıya gelse de, tatilde tıka basa yemek de yenmiyor zaten. Yani 300-500 lira daha pahalıya patlar bana ama en azından farklı bir yer görmüş olurum. Kurban bayramında da Roma-Floransa yapacağım. Kendi ülkemde yabancı gibi tatil yapmam bundan sonra. Yıllarca kazıklamaya çalıştıkları Türk turist şu anda 10 yıllık pasaportlarını hazırladı ve vize programlarını yaptı bile. 50 liraya kakalamaya çalıştığınız bayat döner ekmek ayran yerine, o parayla kalamar-uzo yapacaklar.”
Bir başka kullanıcı yabancı turist gelmemesi ile ilgili olarak durumu şöyle özetlemiş:
“Ne yapalım, yurt dışından turist getiremiyoruz. Gelmiyor adam, sen bomba patlayan ülkeye gider misin? Kabil'de yaşayan Amerikalı dostum bile İstanbul aktarmalı uçuşunda 9 saatliğine bana uğradığında ‘annem İstanbul şimdi tehlikeli, gitme oraya dedi, Afganistan'da yaşıyor olmama rağmen, algı böyle’ dedi.”
Turizm sektörünü önümüzdeki yıllarda çok zor günler bekliyor. Tam anlamıyla sektör dibe vuracak. Bu düşünmek, doğru politikalar ortaya koymak için önemli bir fırsat bir yandan da. Umarım bu düşüş ve kriz, sektör için bir bitiş düdüğü değil, sektörü sürdürülebilir ve sağlıklı şekilde zirveye çıkaracak ikinci devrenin başlangıç düdüğü olur.