Son yıllarda muhalefetin iktidarı en çok sıkıştırdığı konu, "128 milyar Dolar nerede?" sorusu oldu. Şimdi eğri oturup doğru konuşalım; 128 milyar Amerikan Doları dediğiniz paranın şakaya gelir bir yanı yok. Bu parayla orta büyüklükte bir ülkeyi sıfırdan kurabilirsiniz. Dolayısıyla muhalefetin sorduğu bu soru isabetli ve iktidarı yıpratma potansiyeli var.
Ancak iktidarın elinde muazzam bir propoganda makinesi varken, bu soruyu da rahatlıkla geçiştirebilirdi. Hatta, "Camilerde rakı içip, şakşuka yediniz, Çav Bella marşlarını çaldınız" diyerek üste bile çıkabilirdi. Ancak AK Parti kanadı süreci o kadar "Berbat" bir şekilde yönetti ki, son yılların en güzel golünü, kendi kalesine attı.
Şimdi gelin 2000'lerin başına dönelim...
İnternetin yeni yeni yaygınlaştığı yıllar... Amerika'nın batı sahillerinde karı – koca olan iki bilimadamı, helikopter kiralayarak Pasifik sahillerin fotoğraflarını çekmektedir. Amaçları kıyı erezyonuna karşı, Kaliforniya Hükûmeti'nin dikkatini çekmektir. Bu amaçla tam 12 bin tane fotoğraf çekip, bir internet sitesine yüklerler. İşte tam bu sırada 3.850 numaralı fotoğraf hakkında tam 50 milyon dolar değerinde tazminat davası açıldı. Söz konusu fotoğrafın kıyısında 1980'lerin ünlü şarkıcı ve aktiristi Barbara Streisand'ın malikanesi bulunuyordu. Streisand söz konusu evin fotoğrafının yayınlanmasının engellenmesi için grişimde bulununca, tam tersi bir netice ile karşılaştı.
Daha önce bu fotoğraf kaç kere tıklanmıştı biliyor musunuz? Tam 6 kere. Bir de yazıyla yazayım; altı... Bunların ikisini de Streisand'ın avukatları tıklamıştı. Ancak 50 milyon dolarlık dava duyulunca, 3.850 numaralı fotoğraf bir hafta içinde tam 410 bin kere tıklandı.
Yıllar sonra İletişim Bilimciler bu olaya, "Streisand Effect" yani "Streisand Etkisi" adını verdiler.
Yani uygulanan bir sansürün, sansürlenmek istenen konuyla ilgili, çok daha yoğun bir merak uyandırması olayı...
Şimdi 2003 yılının Amerika'sını bırakalım ve 2021 yılının "Tek Adam" Türkiyesi'ne gelelim...
Aslında başlangıçta CHP'lilerin "128 milyar Dolar nerede?" sorusu çok etki yaratmamıştı. Ta ki işgüzar bir hareketle CHP'nin astırdığı afişler, polis zoruyla toplanıncaya kadar. Daha sonra CHP binalarına da asılan bu afişler, yine polis marifetiyle toplandı.
Şimdi muhalefet – hiç üşenmeden – aynı afişleri yurdun dört bir yanına astırıyor. Daha sonra bu afişler, vinçlerin tepesine çıkarılarak cambazlık yapan polisler tarafından zorla toplatılıyor.
Saray iktidarı, korkmuş ve paniklemiş bir görünüm arz ediyor. Komik ve zavallı duruma düşüyorlar...
İşin özeti AK Partilileri tebrik etmek lazım; kendi kendilerini o kadar kötü bir duruma soktular ki, bunu muhalefet bile yapamazdı. İddia ediyorum böyle bir olay 2021'de değil de 2011'de meydana gelseydi, AK Parti bu sorunu tereyağından kıl çeker gibi çözerdi.
Çünkü o yıllarda ortada AK Parti diye bir parti vardı. Bütün kurum ve kuruluşlarıyla çalışan, iş ve fikir üreten bir AK Parti. Şimdiki AK Parti, Saray'ın seçim bürosundan az kaba bir pozisyonda.
Partinin fikir üreten adamları dışlandı. Bunun yerine Saray'ın şakşakçıları doldu. Özetlemek gerekirse Tek Adam Rejimi, yalnızca ülkeyi değil, kendi kendini bile bitirme aşamasına geldi. Basit bir krizi bile yönetmek yerine eline yüzüne bulaştırmaya başladı...
Demek ki neymiş; Demek ki iletişim bir bilimmiş...
Demek ki kitle iletişimini, İletişim Bilimleri Profesörü Nabi Avcı gibi uzman isimlere bırakmak lazımmış. Kafasına iki avuç jöle sürüp televizyonlara çıkan gazeteci müsveddelerine değil. Pelikan kuşlarına hiç değil...
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...