Hep söylediğim gibi, yaşadığımız gezegeni ve onu oluşturan sistemleri göz ardı ederek yapılan her şey, er ya da geç bizler ve on binlerce yılda inşa ettiğimiz medeniyetimize zarar olarak geri döner.
Hep söylediğim gibi, yaşadığımız gezegeni ve onu oluşturan sistemleri göz ardı ederek yapılan her şey, er ya da geç bizler ve on binlerce yılda inşa ettiğimiz medeniyetimize zarar olarak geri döner. Ona uyumlu yaşamak varken, bize ev sahipliği yapan ve tüm bereketini sunan bu gezegen, ona ihaneti affetmez. Birdenbire Marmara’yı saran ve bugün içinden çıkılmaz hale gelmiş olan müsilaj sorunu bunun bir örneği.
Bizim bugün itibarıyla ekolojik dediğimiz yaklaşımlar, aslında geçmişte çoğunlukla korunma içgüdüsüyle gözetilen kaygılarla ortaya çıkmış çözümlerde saklı. Bu bakımdan ben, ekolojik planlama ve tasarım yaklaşımlarını son dönemlerde ortaya çıkmış yaklaşımlar olarak değil, aslında insanlık tarihi boyunca olan ancak Endüstri Devrimi sonrası giderek uzaklaşılan, ancak ortaya çıkan küresel çevre sorunları nedeniyle yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren yeniden gündeme gelen yaklaşımlar olarak görüyorum. Endüstrileşmeyle birlikte insanoğlu gezegene ve gezegeni oluşturan sistemlere meydan okuyabileceği ve onlara rağmen kalkınmak, kentleşmek ve sanayileşmek adına istediği gibi davranabileceği kibrine kapılmış. İşte çöküş tam da bu kibirle başlamış.
Oysa ki, tarih boyunca insanlık elindeki sınırlı olanaklarla etrafını kuşatan çevreden gelebilecek tüm tehditlere karşı güvenliğini sağlamak, barındığı yerlerde iklim koşulları ve benzere çevresel koşullara karşı konforunu artırmak arayışı içinde ister istemez gezegene ve onu oluşturan sistemlere karşı duyarlı olmuş; anlamaya ve uyumlu olmaya çalışmış. Ta ki endüstrileşmeyle birlikte etrafını fiziksel bir çevreyle kuşatana ve bu yapay çevreyi fosil yakıtlara dayalı enerji kaynaklarına bağlı yapay aydınlatma, iklimlendirme imkanlarıyla donatana ve gelişen yapım teknolojileri yardımıyla çetin koşullarda inşaat kabiliyetini artırana kadar. Bunlar insanlık tarafından gezegene ve onu oluşturan sistemlere karşı kullanabileceği bir güç olarak algılanmış, daha öncelerinde korunma ve konforunu artırma kaygısıyla duyarlı olunan çevresel özelliklere duyarlılık her geçen gün azaltmıştır. Ne zamanki inşa ettiğimiz şehirlerimiz, yaşam kalitemizi artırdığını düşünerek yaptıklarımız, çevre kirliliği ve afetler olarak yaşamlarımızı ve yaşam alanlarımızı tehdit edene kadar. Sonrası içinde olduğumuz gezegene karşı duyarlılığın, ekolojik yaklaşımların yeniden hayatımıza girdiği ve konuşulur olduğu yeniden uyanış dönemi zaten. Ama insanlık biran önce uyku mahmurluğunu üzerinden atmalı, silkelenmeli ve özellikle geçtiğimiz bir yüzyıllık zaman diliminde yaptığı hataları tekrarlamamalı, bu hataların ortaya çıkardığı tahribatı onarmalı. Bunun içinde tahrip ettiğimiz atmosferimiz, kirlettiğimiz denizlerimiz, yok ettiğimiz ormanlarımız ve çok daha fazlası var. Bu noktada şunu belirtmeliyim ki, ne yazık ki toplumsal olarak bu uyanışın çok gerisindeyiz, hatta diyebilirim ki hala derin bir uyku içinde bir tatlı rüyadayız. Acilen uyanmalıyız. Batı medeniyetleri ve gelişmiş pek çok diğer medeniyet çoktan uyandı, aslında gördüğü tatlı rüyanın bir kabus olduğunu anladılar.
Bilimimiz ve teknolojimiz gezegenin intikamına karşı çok yetersiz. Gezegen bunu anlamamız için bizi sıklıkla sınıyor. Dünyanın en gelişmiş teknolojilerine sahip ABD, her yıl maruz kaldığı fırtına hasarları nedeniyle milyarlarca dolarlık afet zararlarıyla karşı karşıya kalıyor. Tüm gelişmişliğine rağmen Japonya 2011’deki deprem ve depreme bağlı tsunamide belki etkileri yüzlerce yıl sürecek nükleer bir facia yaşadı. Bugün içinde bulunduğumuz pandemiye karşı dünyanın en gelişmiş ve zengin ülkeleri çaresiz kaldı, milyonlarca insanını kaybetti, sağlık sistemleri çöktü.
Attığın her adımda, aldığın her nefeste, yaptığın her şeyde sahip olduğun en değerli şeyin yaşanabilir bir gezegen ve yaşam olduğunu idrak etmelisin ve ona göre davranmalısın. Bil ki, şimdi kaybettiğin Marmara’yı hayata döndürmek için, onu bu hale getirmemek için vaktiyle alınması gereken tedbirlerin maliyetinden çok daha yüksek bir bedel ödeyeceksin. Önce anla, idrak et sonra kalkınmak için eyleme geç. Yoksa bir sürelik kalkınmanın bedeli kalkınamamak olur. Tarih bunun çok örneğiyle dolu.
Eskişehir Teknik Üniversitesi Mimarlık ve Tasarım Fakültesi olarak önümüzdeki ay içinde Doğu Akdeniz Üniversitesi Mimarlık Fakültesiyle birlikte tam da bu konuları konuşacağımız “Geleneksel Mimariden Sürdürülebilirlik Dersleri” isimli uluslararası katılımlı bir etkinlik yapacağız. Takipte kalın.