Osman Cemoğlu yazdı
6 Eylül 1953 tarihinde Demirspor- Fenerbahçe karşılaşmasıyla Eskişehirlilerin hizmetine giren Atatürk Stadı, sonraki yıllarda Eskişehirspor’un kuruluş çalışmalarına paralel olarak 1965 yılının başından itibaren yenilenmeye başladı…
Önce yeni bir açık tribün yapıldı. Stadın zemini 1’er metre derinlikte boydan boya kazılarak delikli künkler döşendi veyağışlı havalarda biriken kar ya da yağmur sularının emilerek giderilmesi o günün teknolojisiyle bu şekilde sağlandı.
Daha sonra zemin çimlenerek Avrupa statlarını aratmayacak hale getirildi. Ve 5 Eylül 1965 Tarihinde Eskişehirspor- Kasımpaşa maçıyla bir kez daha Eskişehirlilerin hizmetine girdi...
***
1965 yılının 5 Eylül Pazar günü adeta gelin gibi süslenen Atatürk Stadı’nın açılışına olan tanıklığımız, aradan geçen 51 yılın sonunda Eskişehirspor’un son resmi maçını oynadığı 16 Ekim 2016 tarihindeki Eskişehirspor-Giresunspor karşılaşmasına kadar sürdü...
51 yıllık bu süreçte her Eskişehirsporlu gibi sayısını hatırlayamadığım kadar anı biriktirdim. Aidiyet duygusunun içtima mekânı olarak gördüğüm, aynı renklere sevdalanmış gönül erlerinin aynı erek uğruna bir araya geldiği o tribünleri bazen sevinç, bazen de hüzün gözyaşlarıyla suladım…
Unutulmaz zaferlerin mutluluğunu yaşarken, beklenmedik yenilgilerin hüznünü de yüreğimize gömdüğümüz günler çok oldu...
İşte bunların arasında bende özel yeri olan biri yenilgi, diğeri utkuyla sonuçlanan, belleğimin derinliklerine demir atmış iki anımı paylaşmak istiyorum...
***
Yıl 1966 Günlerden 29 Ekim Cumartesi...
Eskişehirliler büyük coşku içinde Cumhuriyet’in 43. Yılını kutluyor. Bir gün sonra da Eskişehirspor, tarihinin ilk önemli maçında ilk kez Beşiktaş’ı ağırlayacak. Şehirde heyecan zirvede. Halk iki bayramı birden kutlamak istiyor...
Bütün kent 7’den 70’e bu maça kilitleniyor. Anneler, ablalar, genç kızlar bütün hafta boyunca evlerinde “ES ES” bayrağı dikiyor. Şehirde siyah ve kırmızı renkte kumaş kalmıyor…
Kentin tüm caddeleri hatta ara sokakları bile Eskişehirspor bayraklarının dalgalandığı gelincik tarlasına dönüyor. Cumartesi gecesi fener alayı törenlerini izleyen Eskişehirspor taraftarları saat 23.00’e doğru açık tribünün tam arkasında bulunan gişe önlerine konuşlanarak burayı tam anlamıyla şölen alanına çeviriyor…
Yere serilen kilimlerin üzerinde, sıcak çaylar içiliyor. İddialı okey ve pişti partilerinin yanı sıra zaman zaman da davul zurna eşliğinde çekilen halayların ve çiftetellilerin hareketli ritmi arasında sabahın ilk ışıkları ortamı ısıtmaya başlıyor…
Taraftarlar sabahın erken saatlerinde açılan kapılardan girerek yarı uykulu gözlerle tribündeki yerlerini alıyor. Maç 15.00’de başlayacak yani tam 5 saat var. Gece boyunca süren şenlik, Amigo Orhan’ın 13.00’de stada gelmesiyle tekrar başlıyor...
Taraftarlık bilincinin ve tribün kültürünün kitabını yazan “Amigo
Orhan”gök kubbeyi sallayan korosunun başına geçiyor…
Coşku zirvede, yer gök konfeti yağmuru altında...
Marşları, şarkıları hep bir ağızdan ve yüksek perdeden haykıran 15 bin kişilik büyük koro adeta hançerelerini yırtıyor…
Brezilya, Arjantin, İtalya ve İspanya tribünlerini aratmayacak güzelliklerin, türlü şovların, görsel efektlerin arasında nihayet hakem düdüğünü çalıyor ve karşılaşma başlıyor…
Maçın hemen başlarında bir gol yiyoruz. Golü bir an önce çıkarma telaşı, defans güvenliğini bir anda unutturuyor. Ve maalesef goller yağmur gibi gelmeye başlıyor…
Geldikçe atıyorlar, attıkça geliyorlar…
Ve doksan dakikanın sonunda Atatürk Stadı’nın tribünlerinden, tüm şehre yayılan ve etkisi uzun süre devam eden 6-0’lık bir futbol travması yaşıyoruz…
Ve hiçbir zaman hatırlamak istemediğim o meşum pazar ya da kara pazar her ne ise anılarımızın arasında acı bir yara olarak yerini alıyor…
***
Diğeri ise Sevilla mucizesi…
Çağımızda uzun ömürlü insanları tehdit eden illetlerin başında şüphesiz Alzheimer geliyor...
Varsayalım bu illete yakalandık…
Varsayalım adımızı soyadımızı dahi unuttuk…
Ama öyle bir “Sevilla Destanı”na tanıklık ettik ki; oyuncularımızın sahada, bizimde tribünde yaşadığımız bu zaferi, bu futbol mucizesini, inanın en ileri seviyeye gelmiş Alzheimer bile unutturamaz...
Kurulduğu yıldan, 5 yıl sonra Türkiye Liglerini domine etmeye başlayan ve Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş gibi ülkenin en eski ve en büyük kulüplerini adeta “Patricia Kasırgası” gibi önüne katıp süpüren Eskişehirspor, o zamanki adı “Fuar Şehirleri Kupası”, şimdilerde ise UEFA Avrupa Ligi olarak bilinen, Avrupa’nın 2 nolu kupasının ilk turunda İspanyolların ünlü Sevilla kulübü ile eşleşiyor...
5 Eylül 1970 Cumartesi akşamı, kavurucu bir Akdeniz sıcağında oynanan ilk maçı İspanyollar zorlukla 1-0 kazanıyor. Rövanş iki hafta sonra 16 Eylül’de oynanacak…
Bir tarafta 60 yıllık birikime sahip İspanyol devi, diğer tarafta 5 yaşını henüz doldurmuş genç futbol devrimcisi…
Bütün futbol otoriteleri Sevilla’nın turu zorlanmadan geçeceğine inanıyor. Ancak sahada 11 tane aslan yürekli delikanlı, tribündeki 15 bin sevda neferini arkasına almış onur mücadelesi vermeye başlıyor…
İlk 45 dakikada iki tarafında üstünlük kuramadığı başa baş bir mücadele izliyoruz. Beklenmedik şekilde diri, canlı ve istekli bir Eskişehirspor var karşılarında. Deneyimli İspanyol ekibi savunmada en ufak hata yapmıyor. Çünkü ilk maçtaki 1-0’lık sonuç onlara yetiyor…
Oyunun 79. dakikasında Sevilla kaptanı Acosta takımını 1-0 galibiyete taşıyor. Bütün umutlar bir anda sanki Atatürk Stadı’nın çimlerine gömülüyor…
O dakikaya kadar ciddi bir gol pozisyonuna dahi giremeyen Eskişehirspor’un, kalan 10 dakika 3 gol atması için bir futbol mucizesi gerekiyor…
Artık stadın yarısı boşalmış Alman hakemin son düdüğü çalması bekleniyor…
Ama gökyüzünde maçı izleyen futbolun ilahlarının gönlü razı olmuyor Anadolu Yıldızı’nın elenmesine…
Son dokuz dakikaya girildiğinde, umutlarını tümüyle yitirmiş olan takımın sahadaki iki oyuncusuna sanki sihirli bir el dokunuyor…
Biri attırıyor, diğeri atıyor; tak, tak, tak!
O ana kadar tribünleri terk etmeyenler, birbirlerine gözyaşları içinde sarılıyor. Bir futbol mucizesine tanık olmanın mutluluğunu yaşanıyor…
3-1’lik skorla yenilen Sevilla, o yıllarda pırıl pırıl akan, şehrin altın gerdanlığı Porsuk’a resmen gömülüyor…
Ve Eskişehirspor’la birlikte Fethi Heper ile İlhan Çolak futbol tarihimize isimlerini altın harflerle yazdırıyor…
***
Daha sonra ne mi oluyor?
O gün kupadan saf dışı bıraktığımız Sevilla, planlı, disiplinli ve bilimsel yapılanmanın sonunda 5 kez UEFA şampiyonu olmanın gururunu yaşıyor…
Anadolu’nun Siyah Kırmızılı devrimci ruhu ise sonraki yıllarda vizyonsuz, ilkesiz ve beceriksiz yönetimlerin elinde, mazisine yakışmayacak şekilde alt liglerde düşe kalka yürüyerek bu günlere kadar geliyor…