Boşanmakta olduğu karısını 15 yerinden bıçaklayan H.S'nin davasını toplum olarak hassasiyetle takip ediyoruz.
Boşanmakta olduğu karısını 15 yerinden bıçaklayan H.S'nin davasını toplum olarak hassasiyetle takip ediyoruz. Bilindiği gibi kıskanç koca zavallı eşini delik deşik etmiş, doktorların olağanüstü çabaları sonucunda Öznur Hanım – mucize kabîlinden – hayatta kalmıştı. Konuyla ilgili görülen ilk davada ise sanığın tutuksuz olarak yargılanmasına karar verilmişti. Tabii toplumdan gelen tepkileri hatırlarsınız. İşte şimdi tutuklu olan ve mahkemeye görüntülü olarak hesap veren saldırgan, "Psikolojik sorunları" olduğunu ileri sürmüş. İşte buna inanırım. Kendisinden ayrılmak isteyen kadını 15 yerinden bıçaklayan bir adamın, psikolojik sorunları olduğu kesindir. Tabii "Ben deliyim" savunmasına mahkemenin inanacağını düşünecek kadar deli olmak da ayrı bir şey. Maalesef ülkemizde bu tip saldırılardan çok görüyoruz. Son olarak Gürcistan uyruklu sevgilisinin yüzüne asit fırlatan bir adamın da davası görüldü. Tabii bu kişilere "Adam" diyorsan bu lafın gelişidir. Bu kişinin de 8 yıl 12 ay hapis cezasına çarptırıldığını öğrendik. Tabii bize ilkokulda 12 ayın bir sene olduğunu öğretmişlerdi. Neden mahkeme, "9 Yıl Hapis cezasına..." dememiş anlayamadık. "8 yıl ve 12 ay" demek daha bir ağız dolusu gelmiş sanırım... Ucuz kısa kollu konfeksiyon ürünlerinin üzerinde 9: 95 yazması gibi anlayacağınız... Her neyse... Çıkıntılık yapmayalım. Öte yandan bizim memlekette işler biraz tuhaftır. Mesela "Müebbet Hapis Cezası" demek, "Hükûmetin ilk sıkıştığında çıkaracağı af kanununa kadar hapiste kalacaksın. Sık hemşerim biraz dişini" anlamına gelir. Buna göre 8 yıl 12 ayın anlamı 9 yıl olmayabilir elbette. Ayrıca mahkemelerin verdiği cezanın sadece kağıt üzerinde olduğunu da hepimiz biliyoruz. Zanlı 8 yıl 12 ay mı caza almıştır, 9 yıl mı almıştır orasını bilemeyeceğim. Her ne karın ağrısıysa artık. Benim bildiğim saldırganın taş çatlasın 3 sene içeride kalacağıdır. Daha sonra saldırgan hapisten çıkıp, gönül rahatlığıyla kaldığı yerden devam edebilir elbette. Ayrıca hapisteki arkadaşlarından yeni ve yaratıcı saldırı teknikleri de öğrenecektir muhakkak. Neden sürekli eski usül kezzap fırlatma teknikleriyle yetinecekmişiz ki? Daha yaratıcı, daha gaddar saldırı teknikleriyle zenginleşmek lazım. Öyle değil mi ama?.. O yüzden de bizde kadına yönelik şiddet azalmaz arkadaşım. Giderek artmasın diye dua ediyoruz. Hoş olmayacak duaya da "Amin denir miymiş?" bakın burası da ayrı bir konu...
İnsan geyiklere üzülmez mi hiç
Orman Bölge Müdürlüğü'nün 18 yaşlı geyik için av ihalesi açması Türkiye'nin gündemine oturdu. Şimdi patlıcan musakka nasıl yapılır diye bir yemek tarifi yapsam, bu yazının altında okurlarımın sağlam bir kavga çıkaracaklarına adım kadar eminim. Toplum olarak böyle bölündük işte. AK Partililer soğanları bölen CHP ve İYİ Partililerin bölücü olduklarının ortada olduğunu, muhalif seçmenler ise iktidarın tıpkı patlıcanlar gibi milleti soyduğunu ileri sürer. Nitekim yıllardır geyik çiftliklerinde yaşlanan hayvanların ihaleye çıkartılıyor olması, milletçe sanki yeni bir şeymiş gibi kavga çıkartmamıza engel olmuyor. Üstelik bu uygulama yalnızca son yıllarda da yapılmıyor. Ve yine üstelik bu uygulama yalnızca Türkiye'de de yapılmıyor. Mesela İsviçre, İtalya, Fransa, Avusturya ve Almanya'ya kıyısı bulunan Alp dağlarında da geyik yetiştirme lokasyonları bulunuyor. Tabii buralarda Geyik Lokantaları olduğunu da hatırlatayım. "Geyik Lokantası" dediysem yanlış anlamayın. Burası bekar erkeklerin gelip, içkiyi de biraz fazla kaçırırıp, "Oğlum boşuna uğraşıyorsun, şu kadın milletine yaranamazsın ki zaten" dedikleri ve "Öpeyim benim güzel ağbimi" diyerek saçma sapan 'Geyik muhabbeti' yaptığı lokantalar değil. Menüde alenen geyik eti bulunan lokantalar. Almanlar geyik etini masaya getirdiği zaman uygar oluyor da, biz Türkler yaşlı geyikler için av ihalesi açtığımız zaman mı barbar oluyoruz? Zaten yaşlı oldukları için üreme şansı bulunmayan ve en çok bir sene içinde doğal sebeplerle ölecek olan geyiklerin av ihalesine çıkarılması beni çok fazla rahatsız etmiyor. Diyebilirsiniz ki, "Bırakın hayvanlar doğal sebeplerlen ölsün, cesetleri tabiatta ziyan olmaz..." Bu fikre saygı duyarım elbette. Fakat bu durumda da yarım milyon liralık bir ihaleyi elinizin tersiyle itmiş olursunuz. Ki o parayla yine geyik yetiştirme lokasyonlarının ihtiyaçları karşılanıyor. "Bre vicdansız Akyıl; hiç mi üzülmüyorsun geyikler için? 500 bin liraya değer mi?" diyenlere cevabım şöyle; Üzülüyorum elbette. Güzel gözlü bu hayvanlar için insan üzülmez mi hiç? 31 Temmuz – 3 Ağustos arasında koçlar, danalar ve keçiler için ne kadar üzüleceksem, şimdi de bu 18 geyik için o kadar üzülüyorum. Daha fazla değil ama...
Ekmek ve süt evleri açılıyor
Sıklıkla kırsal kalkınmanın önemine işaret ediyoruz. Türkiye'de yalnızca ekonomik değil, pek çok sosyal sorunun da başında kırsal alanların ihmal edilmesi geliyor. Neyse ki kırsal kalkınmaya önem veren belediyelerimiz de var. Bunlardan biri olan Sivrihisar Belediyesi'ni tebrik ederiz. Hamid Yüzügüllü ve arkadaşları son olarak 'Ekmek ve süt evi' açmışlar. Böylece ilçede yaşayan kardeşlerimizin süt, yumurta ve tereyağı ihtiyaçları karşılanacakmış. Bu arada rica ediyorum; Allah aşkına şunlara, "Serbest gezen tavuk yumurtası" demeyin; Köy yumurtası yeterli olacaktır. Bu projenin bir diğer güzel tarafı ise, kadın müteşebbislere yönelik olması. Çünkü Türkiye'nin bir diğer kanayan yarası da kadınların iş hayatında yeteri kadar iyi bulunmuyor olması. Bu arada ilçede kurulacak Ekmek Evi'nin de önemli olduğunu belirtelim. Şimdiden taş fırında pişen ekmeklerin mis gibi kokusu burnumuza kadar geldi. Sivrihisar Belediyesi'nin bu yatırımlarının yalnızca yerel ekonomiyi hareketlendirmeyeceğini, dışarıdan ilçeye para sokacağını, turizmi de ivmelendireceğini umut ediyorum.