Cihan Yıldırım yazdı
Kapanmaz çukurlar
Şehit haberi yine hepimizi bambaşka bir dünyaya sürükledi. Günlük kaygılara son verdi. Sıradan telaşlarımızı, sorun ettiğimiz pek çok şeyi unutturdu.
Bütün şehit haberlerinde olduğu gibi...
Gencecik insanı, insanları toprağa vereceğimizi duymak zaten hepimizi kahrediyor.
Ama bununla bitmiyor.
Az sonra şehidin ‘hikâyesi’ düşüyor ajanslara... Okuyanın ciğerini söken bir hikâye...
Sosyal medyaya girmeye korkuyoruz.
Çünkü çok iyi biliyoruz gülen bir fotoğrafı düşecek az sonra...
Ya kendi gülüyor... Acı da olsa gülüyor!
Ya sevdikleriyle gülümsüyor...
Ölümün hiç yakışmadığı yüze, yüzlere bakmak kolay değil.
Ama bakıyoruz, dakikalarca bakıyoruz.
Silahıyla verdiği yiğitçe bir poz görüyoruz. Kalleşçe ölümü hiç hak etmeyen bir duruş.
Sonra aile fotoğrafları ‘düşmeye’ başlıyor.
Hep ‘aynı’ aslında o fotoğraflar...
Aynı yokluk, aynı yoksulluk, aynı çaresiz bakışlar, aynı dik duruş, aynı hüzün, aynı kader...
Aynı eski ceket, aynı plastik sandalye, aynı çadır, aynı ev, aynı soğukluk, aynı hikâye...
Aynı baba, aynı ana, aynı eş, aynı kardeş...
Hepsi ayrı ayrı bir yanımızı acıtıyor...
Bitti mi?
Hayır!
Şehidin bir de çocuğu/çocukları varsa işte o kareler son darbeyi vuruyor yorgun ruhumuza, bitkin bedenimize...
Kiminin aklı yetiyor, kimi daha kundakta, hatta annesinin karnında...
Yüreğimiz daralıyor, öfke tüm hücrelerimizi kaplıyor.
Nefes alamıyoruz... Almak da istemiyoruz!
Son şehidimiz Jandarma Uzman Çavuş Neşet Gök’te de böyle oldu. Değişmez hikâye yine değişmedi. Bizi güçsüz bırakan hikâye aynen yaşandı.
Kardeşimiz Neşet Gök’ün şehadetinde bir fark vardı. Olay yerinden bir fotoğraf paylaşıldı. Yoldaki patlamanın etkisiyle oluşan büyük bir çukur.
Sekiz kardeşimizin mezarı olan o çukur muhtemelen kapanmıştır. Ama o çukurun bizde, toplumda açtığı çukur ne olacak?
İşte o çukur asla kapanmayacak...