Geçtiğimiz hafta Eskişehir’de oldukça sıcak geçen günlerden sonra, metrekareye yer yer 40 kilograma kadar ulaştığı belirtilen yağışlar yaşandı. Yaklaşık dört gün kadar etkisini gösteren yağışlardan, en fazla etkilenen kesimin ise çiftçilerin olduğuna ilişkin, ziraat odaları başkanları tarafından açıklamalar yapıldı. Gördüğünüz üzere yağması bir dert, yağmaması bir dert. Demek ki; yağışlar kadar yağışların ne zaman ve ne kadar yağdığı da önemli oluyor. Bilim dilinde yağış rejimi adı verilen bu düzen, son 20 yıldır çoğunlukla beklendiği biçimde gerçekleşiyordu.
Dolayısıyla 20-30 yıl öncesine kadar her coğrafik bölgeye özgü işleyen bu takvim; başta tarım ve ticaret gibi ekonomik faaliyetler olmak üzere, mimarilerin, kentsel yapılanmaların, gelenek ve kültürlerinin oluşmasında da belirleyici olmuştur. Şimdi yaşları uygun olanların geçmişe doğru zihinlerinde bir yolculuk yaparak, eski yıllardaki mevsimlerin nasıl geçtiğini düşünmelerini rica ediyorum. Hatırlayacağınız üzere kış ve ilkbahar aylarında yağışlar olur, yazın ise ara sıra serpiştiren yaz yağmurları dışında sıcak ve kuru günler yaşanırdı. Tabi ki bizler; binlerce yıldır iklimlerin bizler için hazırladığı bu programa göre yaşamaya alışmıştık. Hepimizin içerisinde var olan biyolojik takvim ve saat elbette hala bu ekolojik programa göre çalışıyor. Bu nedenle iklimlere ilişkin bir şeylerin değiştiğini anlamak için uzman olmak gerekmiyor.
Peki, bu iklimsel süreç şimdilerde nasıl yaşanıyor? Biraz değişikliğin olduğu konusunda sanırım hem fikiriz. Sadece bizler değil, dünyada bu konuda otorite olan bilimsel araştırma kuruluşları ve bilim adamaları da artık iklimin küresel anlamda değiştiğini verilerle ifade ediyorlar. O halde ikim neden değişiyor? Sorusu hepimizin aklına geliyor olmalı! Bu soruya bilimsel anlamda verilen cevap ise küresel ısınma olacaktır. Sanayileşme süreciyle yoğunlaşan, özellikle fosil yakıtların kullanılması, ormansızlaşma ve kentleşme gibi çeşitli nedenlerle, dünya atmosferine salınan sera gazlarının yeryüzünde yarattığı sıcaklık artışına “Küresel Isınma” adı verilmektedir. Bu etki sayesinde dünyanın yüzey sıcaklıkları 1980’li yıllardan beri hemen her yıl sıcaklık rekorları kırmaktadır. O halde, bu süreçte nelerle karşılaşabiliriz? Yağışlar kuzey yarımkürenin orta ve yüksek enlem bölgelerinde her on yılda yaklaşık % 1 oranında artarken, ülkemizi de kapsayan Akdeniz Havzasında her on yılda yaklaşık % 3 azalmaktadır. Bu aynı zamanda, ya çok sıcak ve kurak günleri ya da bize yarardan çok zarar getiren aşırı yağışlı günlerin yaşanacağı dengesiz bir yağış rejimini ortaya koymaktadır. Bunun için, şu ana kadar gördükleriniz sadece bu etkinin provalarıdır. Direk ya da dolaylı olarak sayabileceğimiz daha birçok etkileri de vardır. Ancak, bizleri en kısa sürede etkileyecek olanının kuraklıklar olduğunu söylemeliyim. Eğer küresel ısınma için dünya çapında gerekli önlemler alınmaz ise, 2025 yılı itibariyle dünya nüfusunun neredeyse yarısının su kıtlığıyla karşı karşıya kalacağı tahmin edilmektedir. Ayrıca ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi’nin (NASA) yaptığı araştırmaya göre; 2040 yılına kadar Türkiye’nin büyük bir bölümünün çölleşme riskinin de yüksek olduğu ifade edilmektedir. Eskişehir’ de maalesef bu çölleşme sınırı içerisinde yer almaktadır.
O zaman nemi yapacağız? Başta bireysel olarak kendi çevremiz de enerji, su tüketimi, geri dönüşüm, yalıtım vb. konularda dikkatli davranmaya çalışırken, sizleri yönetmeye aday olan politikacılardan sadece yol, iş ve zam vb. gibi talepler değil, bu konuların önlenmesi için ne gibi düşünce ve projelerinin olduğunu da sorgulayacağız. Çünkü dünyada yaptığımız her şeyde karar verme hakkı olmadan ortağımız olan doğa, günü geldiğinde kendisini bizlere nasıl ifade edeceğini çoktan göstermeye başlamıştır.