Yaşamın İçinden
--Yanlış anlama—
Zamanın birinde, Konya valisi ile Adana valisi samimi arkadaşlarmış.
Haberleşirler, birbirlerine noksanlarında yardımcı olurlarmış.
Günün birinde Konya’yı fareler sarmış.
Konya Valisi Adana Valisi’ne bir mektup yazarak destek istemiş:
“Sevgili arkadaşım, Bana bulabildiğin kadar kedi gönder.”
Adana Valisi olacak ya, kediyi, Arapçada yakın olduğu için “gidi” olarak okumuş.
Ardından da kadınlı erkekli, topladığı “gidileri” Konya’ya göndermiş.
Mesele anlaşılmış sonunda.
Konya Valisi Adana’dan gelenleri bir mahallede toplamış.
Derler ki, “Konya’ da günlük yaşamda ‘Len gidi’ deyiminin çok kullanılması bundandır.”
Gidi biliyorsunuz hoş görme. Azarlama anlamında kullanılır.
Örneğin, “Seni gidi seni” gibi.
--//--
Her neyse.
“Artistlik yapma… Ananı da al git… Bahtsız bedevi…” gibi.
“Cibilliyetsiz… Fırıldak… Kıvırmadan konuş… Ben sana sen demiyorum, sen de bana sen diyemezsin…
Sap gibi durmanın anlamı yok… Kelle…”
--//--
Bu sözleri değerli dostum,
Yılmaz Özdil’in köşesinden aldım.
Özdil de, TBMM çatısı altında vekillerin konuşmalarından seçmiş olmalı.
Çok ilginç değil mi?
Günlük yaşamda kullanmaya ar ettiğimiz sözler siyasette rahatça kullanılabiliyor.
Hani politika “belden aşağı indi “deriz filan ya.
Aynen böyle.
İster misiniz bundan sonra Eskişehir politikasına,
“Misket ile kısa pantolon” da girsin…
Doğrusu Erman Gölet durdu durdu, turnayı gözünden vurdu.
Ve bir süre önce kendisini şantiyeden kurtardığını söyleyen AKP Milletvekili Salih Koca için:
“Ben memurken, o kısa pantolonla gezip misket oynuyordu” dedi.
Ardından da ekledi:
“Şantiyeler sürgün yeri değildir.”
---//--
Bakalım Sayın Koca ne diyecek bu yorumlara?
CHP İl Başkanı Erman Gölet’i nasıl karşılayacak?
Aslında bu gün, Prof. Dr. Hasan Gönen’i yazacaktım. Bunca yıldan sonra, kendisi ile ilk kez sohbet etme fırsatı buldum.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
--Günlerin Getirdiği--
-- Bir yılda 461 bin hasta—
Birkaç yıl öncesine kadar bırakın Eskişehir’i, çevre illerinin de akın akın geldiği, Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi, nedense bir duraklama dönemine girmişti . Doktorlar ayrılıyor hastalara üç-dört ay sonraya gün veriliyor, hastanenin kırılan dökülen yanları onarılamıyor, son yıllarda özel sağlık kurumlarının sürekli arttığı Eskişehir’de konuya ilişkin sorular ardı ardına geliyordu. Cuma günü Osmangazi Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hasan Gönen ve yönetim kadrosuyla kahvaltıda buluştuk. Hasan Gönen üçüncü üniversite, içki yasağı, kampüs içine yapılan cami, üniversite içindeki çalışmalar dahil her konuya açık açık yanıt verirken, Tıp Fakültesi konusunda da “Tıp Fakültesi’nde duraklama dönemi sona erdi. Bir yıl içinde gelen hasta sayısı 461 oldu ki, bu çalışmamızın yüzde 20’sidir. Elimizdeki röntgen makineleri yetersiz. Bunun için de yeni makine alacağız. Eski makine günde 20 röntgen filmi çekerken, yeni alacağımız makine 80 film çekecek ki, bu sıkışıklığın önlenmesi demektir. Ayrıca hastane bünyesinde yenileme çalışmalarımız sürüyor. Devletten bize destek olmasını istemekteyiz. Osmangazi Üniversitesi, olarak çalışmalarımızda en güzeli verme gayreti içindeyiz. Devlet yeni üniversite açma yerine, var olan üniversitelerin noksanlarını tamamlamalı. Noksanı olan üniversite bir şeye yaramaz.”
Rektör Prof. Dr. Hasan Gönen haklı. Tıp Fakültesi Hastanesi’nin özel sağlık kurumları ile yarışabilmesi için desteğe ihtiyacı var. Bu desteği yapacak olan da Sağlık Bakanlığı’dır. İşin biraz da bu yönüne bakmak gerekir değil mi?
--Ekmek deyip geçmeyin—
Ekmek israfı yüzünden milyonlarca liranın sokağa atıldığını biliyoruz. Biliyoruz da, gene de bu alışkanlığımızdan vazgeçemiyoruz. Çok ilginç. Önceki gün Anemon Otel’de düzenlenen toplantıda Vali Kadir Koçdemir, şöyle demiş “Ekmek günlük yaşamımızın bir parçası. Biz sadece fırından ekmeği almayı biliyoruz. Ben Eskişehir’de bir ilki başlatıp, ekmek israfının önlenmesi için neler yapabiliriz sorumuza yanıt vermemizi istiyorum.”
Dedim ya çok ilginç. Yapılan hesaplara göre, Eskişehir’de günde 30 bin ekmek çöpe gidiyormuş. Çok değil mi? Avrupalı bunun farkına varmış ki ekmekleri nerdeyse lokma şekline sokmuş. Bizim gibi, kiloluk ekmek yok onlarda.
Fırınlarda açıkta beklemiyor ekmek. Lokantalarda, herkes tüketebileceği ekmeği alıyor. Tüketemeyeceği ekmeği kimse parçalayıp atmıyor. Dedik ya. Eskişehir’de günlük çöpe atılan ekmek sayısı 30 bin. Türkiye’de ise bu sayı yaklaşık altı milyon. Şöyle bir bakın. Eskişehir’de 325 işletme tarafından üretilen ekmek sayısı 600 bin dolayında.
Ekmek yapmak için kullanılan buğday ise 493 ton.
Evet, ekmek deyip geçmeyin. Günlük yaşamımızın en önemli parçası. Sofraya ekmeksiz oturmayan bizler, biraz da yaptığımız israfın farkına varabilsek değil mi?