TMMOB Makina Mühendisleri Odasının yayınladığı Türkiye’de Deprem Gerçeği ve TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın Önerileri raporuna göre, 1900–2009 yılları arasında Türkiye’de 223 büyük deprem meydana gelmiş
TMMOB Makina Mühendisleri Odasının yayınladığı Türkiye’de Deprem Gerçeği ve TMMOB Makina Mühendisleri Odası’nın Önerileri raporuna göre, 1900–2009 yılları arasında Türkiye’de 223 büyük deprem meydana gelmiş. Bu depremlerde resmi verilere göre 86.000 kişi hayatını kaybetmiş, toplam 549.000 yıkık veya ağır hasarlı konut tespit edilmiş. Bu depremlerden en büyük ikisi 1939 Erzincan depremi ile 1999 Marmara depremi; Erzincan depreminde 116 bin 720 bina ağır hasar görmüş ve 32 bin 962 kişi hayatını kaybetmiş, Marmara depreminde ise 112 bin 724’ü yıkık ve ağır hasarlı olmak üzere toplam 376 bin 479 konut ve işyerinde hasar saptanmış ve resmi rakamlara göre 17 bin 408 ve/veya 17 bin 480 kişi hayatını kaybetmiş. Ülkemiz deprem ülkesi. Depremler kaderimiz, ama bunu bile bile depremlerde enkaz altında kalmak kader değil. Bu başka bir şey. Bu, bilim, mühendislik ve akla aykırılık…
Geçtiğimiz Cuma akşamı depremin olmasından birkaç dakika sonra haberleşme gruplarımdan birine ilk mesaj geldi. “Elazığ, 6.8, inşallah can kaybı yoktur”. “İnşallah can kaybı yoktur” diye dilesek de, hemen ardından gelen görüntülere bakınca, bu olasılığın düşük olduğunu fark ettim. Cumayı cumartesiye bağlayan gece sabaha kadar can kaybı olmamasını dilesek de, can kaybı haberleri bir bir gelmeye devam etti. Ben hep şöyle yaparım; “benim de başıma gelebilirdi, o babanın yerinde ben de olabilirdim” ve bir daha olmaması, yaşanmaması için var gücümle sesimi duyurmaya, bilinç oluşturmaya, yaşanmamasının yollarını ortaya koymaya çalışırım.
Cumartesi günü sabah erken saatlerde Gezin mahallesi Mavi Göl Apartmanı enkazı altında kalan Dişli ailesinin kurtarılması çalışmalarını, sesimi yeterince duyuramamış olmanın üzüntüsü ve gözlerimden süzülmesine engel olamadığım yaşlarla izlerken, “böyle bir zeminde dört katlı bina, üstelik daha önce hasarlı olduğu konusunda bilgiler olduğu söyleniyor, bugüne kadarki ölümlerden bile ders çıkaramadıysak, nasıl ders çıkaracağız?” diye aklımdan geçiriyordum. O zemine dört katlı değil, belki 40 katlı bina da yapılabilir, ama gerekli mühendislik çalışmaları yapılarak. Hem az para harcayayım, mühendislik çalışmalarını yapamayayım diyeceksin, hem de depremle karşılaşması kesin olan bir yapıyı, bu zemine gerekli hiçbir mühendislik hizmetini almadan inşa edeceksin. İşte demek istediğim tam olarak bu… Bu kader değil… Dişli ailesinin üç bireyi; baba, altı aylık hamile eşi ve 12 yaşındaki oğulları enkazdan sağ olarak çıkarıldı. Ama ne yazık ki gün içinde o güzel çocuğun, tüm çabalara rağmen kurtarılamadığı haberi geldi… O aile, biz de, siz de olabilirdiniz işte… İşte bu bilinçle yapmak lazım yaptığın her şeyi. Merkezi ya da yerel yönetimde karar verici bir devlet kademesinde misin? Bunu düşün… Bu işi projelendiren kişilerden misin? Bunu düşün… Uygulayan ya da yaptıran kişilerden, mühendislerden, ustalardan kalfalardan, çıraklardan mısın? Bunu düşün? Akademide süreçte görev alan onlarca farklı meslek disiplini mensubunu; mühendis, mimar, plancıları ve diğerlerini yetiştiren, deprem mühendisliği, inşaat mühendisliği, jeoloji, jeofizik mühendisliği, mimarlık ve planlama gibi alanlarda bilimsel çalışmalar yapan hocalardan mısın? Bunu düşün. Yapı kontrol sürecinde çalışan biri misin? Bunu düşün. Mesleki denetim mi yapanlardan mısın? Bunu düşün… Allah aşkına artık bunca acılardan bir ders al ve bir düşün… Ya o aile, benim ailem olsaydı…
Geçtiğimiz yıl Mart ayında yazdığım yazıydı aşağıdaki yazı… “Geçtiğimiz bin yılın sonunda Dünyadaki yüzyılın can ve mal kaybı açısından en büyük afetlerinden birini yaşadık; Marmara Depremini. Bu yıl, bu büyük afetin üzerinden 20 yıl geçmiş olacak. İnsan ömrüyle oranladığınızda 20 yıl çok uzun bir süre ya da hazırlık yapmak istediğinizde, yapılması gereken hazırlıklar, alınması gereken tedbirler için de iyi bir süre. Ama yeterince ders çıkardık mı derseniz, cevap konusunda emin değilim. O dönemde depremin etkilerine en fazla şahit olunabilen yerlerden birinde, TUBİTAK Marmara Araştırma Merkezi, Gebze’de görev yapıyordum. Deprem, geçen 20 yıla rağmen, deprem sonrası yaşanmış insan hikayeleri aklıma geldikçe, hala gözlerimden süzülen yaşlara engel olamadığım kadar anılarımda taze. Ne çok acı yaşandı, çıkarılması gereken ne çok ders vardı oysa… İnsanoğlu ne yazık ki böyle ama… Acılardan ile ders çıkaramayacak kadar bana neci, ben merkezli… Oysa ki deprem sonrası enkaza dönüşen şehirler gözlerimin önünde, enkaz altında kalanları kurtarabilmek, onlara tekrar nefes olabilmek için duyurulmaya çalışılan o ses, “sesimi duyan var mı” Benim kulaklarımda çınlıyor hala. Peki yeniden olacak mı? Ülkemizi değerlendirdiğimizde, daha önce oldukça büyük depremlerin meydana geldiği Kuzey Anadolu Fay Hattı’nda doğrultu ve ters akımlı faylar bulunmakta ve her geçen gün büyük bir deprem beklentisi artmaktadır. Ayrıca Akdeniz ve Ege üzerinden gelen ülkemizi etkileyen dalmabatma zonları bulunmaktadır. Ülkemizi etkileyen bu dalma batma zonu Girit Adası’nın güneyinden geçen Antalya ve Kıbrıs’a uzanan Helenik dalma-batma zonudur ve Afrika ana karası Girit’in kuzeyinden Ege Denizi’ne doğru yılda 2 santimetre hızla ilerlemektedir. Girit, Rodos hattı dalma-batma zonundaki enerji birikimini mutlaka açığa çıkartacaktır. Ülkemiz coğrafyasında sıkışma yaratan tek bölge güney batı kısımları değildir. Ayrıca Ülkemiz coğrafyası kırılgan olmayan Arap Yarımadasının bize aktardığı gerilim baskısına da maruz kalmaktadır. Ülkemiz bir yandan Arap Yarımadası, diğer yandan Ege Denizi yönünden maruz kalınan sıkıştırma gerginliğiyle oluşan baskıyla deprem olma olasılığı oldukça yüksek bir coğrafyada yer almaktadır. Bu anlamda değerlendirildiğinde, ülkemiz hem depremlerin olma olasılığı, hem de yeterince hazırlıklı olmayan toplum ve yerleşim alanlarımız nedeniyle yüksek maruziyet riski taşımaktadır. Yani kısaca olacak mı sorusunun yanıtı “olacak”. Bilim bize olacağını söylüyor. Peki ya bu acılar, yeniden yaşanmak zorunda mı? Değil... 1000 yılın sonunda yaşanan yüzyılın en büyük afeti... İnsan ömrüyle kıyasladığında kocaman bin yıl. Modern bilimin şekillendiği, tarih diye bize öğretilen neredeyse herşeyin yaşandığı bin yıl. Ama dört küsur milyon yaşındaki bir gezegen için sadece bin yılcık... Anlatmaya kalksan, anlatamazsın, anlamaya kalksan anlayamazsın... Ama idrak etmesi çok kolay bir şeyi anlatıyor bize aslında. Bu dünyanın merkezinde değiliz, ne en güçlüyüz, ne de en akıllı... Yapmamız gereken tek şey üzerinde yaşadığımız gezegeni anlamak ve ona uyum sağlamak... Hepsi bu... İşte ben buna “dirençlilik” diyorum. 1000 yılın sonunda yaşanan yüzyılın en büyük afetinin 20. yılında, biz sesimi duyan var mı sorusuna, biz varız diyenlerin sayısının artması için uğraşıyoruz. Bu yüzden bu yıl Haziran ayında Eskişehir Teknik Üniversitesi Kongre Vadisinde, Eskişehir Teknik Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesinin ev sahipliğinde, AFAD, Türk Kızılayı, pek çok sivil toplum örgütü, kamu kuruluşu ve üniversitelerin katkısıyla Uluslararası Afet ve Dirençlilik Kongresini gerçekleştiriyoruz. Eğer siz de bu sese kayıtsız kalmak istemeyenlerdenseniz, sizi de bekleriz... Bu açık bir çağrıdır. Sesimi duyan var mı?”
İşte sesimi duyurmaya adanmış, onlarca yılın ardından Elazığ depremi gösteriyor ki, hala sesimizi duyurmamız gereken çok fazla insan var… Bizler seslenmeye devam edeceğiz, ama sizler de duyun artık bu sesi…