1-7 Mart Deprem Haftasıydı, değil mi? Yaşadığımız depremleri, yaşanan büyük acıları unutabildikten sonra, bunu da unuttuk sanırım. Yadırganacak bir durum değil yani bu
1-7 Mart Deprem Haftasıydı, değil mi? Yaşadığımız depremleri, yaşanan büyük acıları unutabildikten sonra, bunu da unuttuk sanırım. Yadırganacak bir durum değil yani bu. Yakın geçmişte yaşadığımız en büyük afet olan 17 Ağustos Depreminin bu Ağustos’ta yirminci yılı olacak.Geçen yirmi yılda Deprem Haftasını unutmak bir yana, korkarım dersler de çıkarmadık.Çok açık ve net bir uyarı; sadece deprem değil, küresel iklim değişikliklerinin de etkisiyle çok sayıda afet yaşıyoruz son yıllarda. Ama bu afetlerden de ders çıkaramıyoruz. Ders çıkarmamaya devam edecek olursak, onbinlerce yılda inşa ettiğimiz medeniyetimizin sonunu hızla getireceğiz.
DERSLER ÇIKARMAK…
17 Ağustos Depremi olduğunda, Gebze’de TUBİTAK MAM Bilişim Teknolojileri Araştırma Enstitüsünde görev yapıyordum. Oldukça güzel bir körfez manzarası vardı merkez yerleşkesinin. 16 Ağustos gününe kadar görmeye alışık olduğumuzkörfez manzarası, 17 Ağustos sabahı günün aydınlanmasıyla tamamen değişmişti. Körfezin güneyinde yer alan, denize dolgu üzerine oluşmuş kıyıları ve kentsel dokuyu,deniz geri almış ve kilometrelerce öteden bile görülecek düzeyde kıyı çizgisisinde ve tabii ki bu kıyılardaki kentsel alanlarda değişiklikler olmuştu. Bu, o bölgede yaşayan binlerce insanın hiç umulmadık bir şekilde hayatını kaybetmesine neden olmuştu. Merkezin o keyifli körfez manzarasına bakmak, o günden sonra bana sadece acı verdi. Ben kendi adıma bu olaydan dersler çıkardım. O günden beri gezegenimizi, onu oluşturan sistemleri, ekosistem servislerini anlamaya çalışıyor ve Gezegeni tehdit etmeyen ve afetler tarafından tehdit edilmeyen insan yerleşimlerinin nasıl olabileceğini araştırıyorum.
İFLAH OLMAYAN İNSANOĞLU VE KİBRİ…
On küsür milyar yaşında olduğunu düşündüğümüz evrende, dört küsür milyar yaşında olduğunu düşündüğümüz bir gezegende yaşıyoruz. Sadece birkaç yüzbin yıldır bu gezegende yaşıyoruz. Modern bilim bize sadece son beş-altı yüzyıldır evrenle ve gezegenle, evreni ve gezegenimizi oluşturan sistemlerle ilgili bilgi veriyor. Bu süreleri, bir insanın ömrünü ortalama yüz yıl alarak orantılarsak, insanoğlu sadece son birkaç haftadır bu gezegenin üzerinde varlık gösteriyor ve bir yılın son bir saatinde evreni ve gezegenimizi anlamaya çalışıyor. Buna karşılık, sahip olduğu kibirle, bildiğiherşeyi doğru zannediyor.
Bana göre bu kadar kısa süre zarfında evrenle ve gezegenle ilgili doğru bildiğimiz herşey, belki de mutlak yanlış. Belki başlarken bir yanlış tanımlamayla başladık ve bugüne kadar doğru bildiğimiz herşeyi o yanlış üzerine inşa ettik. Ama doğru bildiğim birşey var ki, o da bu gezegen üzerinde varlığımızı sürdürmek istiyorsak, gezegenimizi iyi tanımamız ve gezegenimize ve onu oluşturan sistemlere uyum içinde yaşamlarımızı ve yaşam alanlarımızı şekillendirmemiz.
İDRAK ETMEK
Bugün sahip olduğumuz bilim ve teknolojiyle gezegenimizi ve onu oluşturan sistemleri büyük ölçüde tanımlamamız mümkün. Bu uyumu sağlamadığımız sürece biz yarattığımız çevre sorunlarıyla tehdit oluşturmaya, gezenimiz de bize afetlerle tehdit olmaya devam edecek. Ana kural, ayakta kalmak için ya güçlü olacaksın, ya da uyum sağlayacaksın. Bu gezegende yaşayan ne en güçlü, ne de en uyumlu canlılarız. Bu durumda on binlerce yılda inşa ettiğimiz medeniyetimizi kaybetmemek için mutlaka aklımızı ve uyum yeteneğimizi kullanmamız gerekiyor. Madem ki, ne en güçlüyüz ne de uyumlu, o zaman burada bir başka olgu üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Dirençlilik… İşte kalkınmışlığını ve gelişmişliğini sürdürmek istiyorsan, kalkınma ve gelişmele
rin temelinde yer alması gereken olgu, dirençlilik. Bu olgu afetlere hazırlığı, gıda, enerji ve su güvenliğini ve daha pek çok konuyu içinde barındırıyor.
Bir açık ve net uyarı daha, bu yüzyılda en güçlü ve en zengin toplumlar bile çok büyük risk altında. Bu yüzyılın kazananları,aslında kazananları demek doğru değil belki de, doğrusu ayakta kalabilenleri, en dirençli olanlar olacak.
…………………………………
Her yazımda söylediğim gibi Haziran ayında Eskişehir Teknik Üniversitesi, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi ve Anadolu Üniversitesi ev sahipliğinde, pek çok üniversitenin, AFAD ve Türk Kızılayı’nın, birçok STÖ’nün desteği ve katkısıyla IDRC Uluslararası Risk ve Dirençlilik Kongresini gerçekleştireceğiz. Bu kongrede daha dirençli kentleri nasıl yaratabileceğimizi konuşacağız. Gelecek hafta bir aksilik olmazsa, dirençlilik ve ekolojik servislerle dirençli kentler arasındaki ilişkiden bahsedeceğim. Herkese iyi haftalar dilerim.