Diyorsunuz: Hükümetin idari
Velayeti fen’lere şamildir.
Ben derim ki: İdare her hüneri
Bilmez, çünkü mütehassıs değildir.
Selahiyet, mansip gibi yukarıdan
Verilmez. Hep ihtisasla alınır.
Hiçbir âlim nüfuzunu hünkârdan
Almaz, gerçi alır ondan her nazır.
Ziya Gökalp (Yeni hayat, 1976)
Diyorsunuz: Hükümetin idari
Velayeti fen’lere şamildir.
Ben derim ki: İdare her hüneri
Bilmez, çünkü mütehassıs değildir.
Selahiyet, mansip gibi yukarıdan
Verilmez. Hep ihtisasla alınır.
Hiçbir âlim nüfuzunu hünkârdan
Almaz, gerçi alır ondan her nazır.
Ziya Gökalp (Yeni hayat, 1976)
NOT: Kaynak: (Kaynar ve Parlak, 2005, s. 9).
Türkiye’de son yıllarda yükseköğretimin oldukça gündeme geldiği üzerine tartışılmaktadır. Gazetelerden görsel basına yığınla haber düşmekte, okunmakta, konuşulmaktadır. Ne yazık ki konular üzerine üniversite dışındaki çevreler daha çok konuşmakta, yazmakta ve çizmekte… Konular öylesine ilginçtir ki maalesef aktörleri üniversite yöneticileri olan, hiç ama hiç akademik olmayan tartışma konu ve içerikleri, tutarsız politik amaçlı demeçler, özerklikle çelişen demeçler…
Üniversiteleri etkileyen faktörlere bir bakış kısaca “2P+2N+2T”
Son dönemde, özelde Anadolu Üniversitesinin düştüğü olumsuz durumunun büyük bir kısmının bazı üniversitelerde de görüldüğü açıktır. Gayet tabi ki olumsuzlukların temelinde neyin yatmakta olduğu, üniversitelerin nasıl kurumlar olduğu, nasıl yönetilmesi gerektiği, var olan durumun hangi sorunlardan kaynaklandığıyla ilgili yığınla soru ve yanıt da bulunmaktadır. Genelde tüm eğitim kurumlarında, özelde üniversitelerin yönetiminde benzer sosyal, ekonomik ve politik etmenler etkilidir. Bu etmenleri akademik bağlamda farklı sıfatlandırmak mümkün olmakla birlikte bunlar pratik değeri olan bir anlayışla, “2P+2N+2T” formülüyle ifade edilebilir. Formülü açarsak 2P politikleştirme ve popülizm; 2N ise nepotizm ile neme lazımcılıktır. Diğer yandan 2T ise ticarileştirme ve teorik kalmaktır. Şimdi bu formüle konu olan sorun kaynaklarını kısaca irdeleyelim.
Politikleştirme, üniversitelerin etkili ve verimli çalışmasını anlamlı derecede olumsuz etkileyen bir değişken olarak görülebilir. Hiçbir şeyin toplum yönetimi karşılığında politikadan soyut olamayacağı doğrudur. Ancak bu “Üniversiteyi politikacı yönetecektir.” anlamı taşımamaktadır. Buna kamu yönetiminde klasikler, yönetim bilim yaklaşımı ile görece ve iradeci (volantirist) çözüm bulabilmişlerdir. Yönetim bilim yaklaşımına göre etkili ve verimli kamu yönetimi oluşturmanın yollarından biri siyaset yönetim ayrımını sağlamaktır (Kaya, 1999). Yaklaşımın gerekçesi günlük politikaya bulaştırılmış, politikleştirilmiş kurumun etkili ve verimli çalışmamasıdır. Bunun yolu kamu yönetiminde aktif siyasetten görece steril edilmiş, özerk idari yapılar oluşturmaktır. Aslında yaklaşım ve pratik; üniversitenin özerk olması, akademi ve ülke içinde tercih edilen bir durumdur. Ancak bu durum yani üniversitenin siyasetten steril edilmiş olması, az gelişmiş politikacı için istenen bir durum değildir. Çünkü taşra tipi politikacı için arka bahçe olan yüksek lise gereklidir. Eşe, dosta politik parti; ocak veya dernek militanına iş, ekmek, torpil ve kayırmacılık gereklidir. Bu durum üniversitenin araştırma, öğretim işlevlerini ağırlıklı olarak olumsuz etkilemektedir.
Popülizm, halk yağcılığı veya halk çıkarcılığı karşılığındadır. Kısaca popülizm, halkın çıkarları, önyargıları, hayal kırıklıkları ve öfkelerine hitap etme ve seslenme esasına dayanan bir ideolojik yaklaşımdır (Logoğlu, 2017). Popülizmin, birbirinden ince çizgiyle ayrılabilen iki farklı anlamda kullanıldığı söylenebilir. Birincisi halkın çıkarına genelde üst sınıfların aleyhine politikaların yürürlüğe konulmasını savunan politik yaklaşım, kısaca halkçılıktır. Negatif karşılığı ile popülizm halkçı politikaların hesapsız kitapsız uygulanması, halkın kandırılması ve yönetiminin ele geçirilmesi için halkçı söylemlerin kullanılmasıdır. Eğitim ve üniversiteler bağlamında popülizmle ilgili şu örnekler verilebilir: Geçerlik ve güvenirliği olmayan ölçme ve değerlendirmelerle bol keseden not vermek, her ile hatta ilçeye temelsiz üniversite veya yüksekokul, daha doğrusu yüksek liseler açmak, üniversiteleri öğrencilerle sosyal medyada yakışıksız konuşan yöneticilerle doldurmak gibi. Popülizmi gerçekçi halkçılıktan ayıran husus, popülizmin göz boyamacı olmasıdır. Nitekim her ile üniversite açılması, pratikte sosyal ekonomik yararlar sağlamış olmakla birlikte üniversitenin çöküşü ve güç yitirmesine neden olması nedeniyle bir bakıma popülist anlayışı yansıtmaktadır (Kaynar ve Parlak, 2005).
Eğitimi ve üniversitelerde niteliği aşağıya çeken bir başka değişken ise nepotizmdir. Nepotizmin Türkçedeki karşılığı kısaca kayırmacılıktır. Nepotizm; akraba, eş dost, adam kayırma ve öznel, adil olmayan bir anlayışla davranılmasıdır. Nepotizm kavramının Latincede “nepot” sözcüğünden geldiği, İngilizcede ise “nephew” yani bizdeki karşılığı ile “yeğen” olduğu bilinmektedir. İşletmecilik ve yönetim yaklaşımlarına göre kayırmacılık ile örgütsel etkililik arasında olumsuz bir ilişki bulunmaktadır. Buna göre kayırmacılığın olduğu kurumlarda etkililik, verimlilik, iş doyumu ve kuruma bağlılık gibi olumlu istendik sonuçların alınmadığı ve örgütlerin zayıf düştükleri görülmektedir. Tunçbilek ve Akkuş’un (2017)’de yaptıkları çalışma bu görüşü destekler niteliktedir. Konuyla ilgili şu noktaların vurgulanması bir zorunluluktur: Türkiye’de kayırmacılık genelde politik yan tutma, akraba kayırma ve hemşericilik biçiminde görülmektedir. Karar gazetesinde Taha Akyol’un tespit ve vurgulaması gerçekçidir ve durum endişe vericidir. Bakınız Sayın Akyol 3 Haziran 2020’de Karar’da ne diyor? Sayıları 197’ye çıkan üniversitelerimizde, özellikle 2016’dan sonra atanan rektörlerin önemli bir kısmı, bu kalite kaybının somut örnekleridir. 72 rektörümüz bilimsel eser yazmak yerine günde 100 civarında tweet yazmışlar! Bu rektörlerin akademik çalışmadan çok politikayla uğraştıkları, atama sürecinde etkili kurum yöneticilerine övgü ve destekleyici tweet ve paylaşımlar yaptıkları bir gerçektir. İşin kolayı ağama, paşama selam; kayrılmak için yağcılığa devam… Ne yazık ki bu durum kamu, özel tüm kurumlarda son derece yaygın ve üstelik yükselen değerdir. Aslında bu durum tükenmekten başka bir şey değildir. Bunların yüzlerce örneğini uzak, yakın çevrede görmek mümkündür. Özetle yıllarca emekle, alın teri ile kurduğumuz ve geliştirdiğimiz kurumlar çökmekte ve giderek geleceğimiz için umutsuzluk oluşmaktadır.
Kamu yönetiminin, özelde üniversitelerin örgütsel kültürde yaşadığı bir başka sorun kaynağı başka neme lazımcılıktır. Üniversite akademik personelinin bir kısmı ne yazık ki ülke, yurt, dünya sorunlarından uzaktır. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” misali gözleri kapalıdır ve vazifesini yapmamakta, sosyal sorumluluktan kaçmaktadır. Akademisyen 3M oynamaktadır. Buradaki 3M bir mağaza sınıflaması değildir. Bizim akademisyen görmedim, duymadım, işitmedim rolündedir. Bu meslektaşlarıma bir çift sözüm var. Okuması yazması olmayan rahmetli annemin deyişiyle “Dünya yanmaktadır, sizin bir horum otunuz yanmamaktadır.” sanmaktasınız. Unutmayın; bu kafayla gider gelirseniz üniversiteye, siz zor alırsınız eğitimde demokrasi dersinde benden tezkere… İlerleyen yaşına inatla daima genç kalanlardan Engin Ataç Hoca’nın daha nitelikli üniversite mücadelesi, didinmesi size ve bize rol model olmalıdır.
Üniversitelerimizin düştüğü bir başka olumsuzluk çemberi ise ticarileştirme ve teorik kalmaktır. Bu konuda günlük yaşamda sıklıkla üniversiteler ticarethane olarak görülmekte ve sırça köşklerde ahkam kesen kurumlar olarak nitelendirilmektedir. Bu bağlamda pedagojik formasyon sertifika programları başta olmak üzere birçok sertifika programı bağlamında üniversiteler noter gibi çalışmaktadır. Üniversiteler, “bir sertifika bugün, bin sertifika haftaya” misali para basmaktadırlar. Özel üniversiteler bir başka sorun alanıdır. Nitelikli olan ve işini “iyi” yapanların sosyal adalet gerçeği dışında bir sorunu bulunmamakla birlikte özel üniversitelerin çok kötü örnekleri olduğu bir gerçekliktir.
Evet, üniversitelerin çok teorik kaldığı bir gerçekliktir. Kuşkusuz üniversitenin amaçlarından biri araştırmadır. Araştırma hipotezleri test edilerek durumlardan teori çıkarılır ya da teorinin pratikte işleyişinin saptanması amaçlanır. Üniversitenin teorik olmayışı, entelektüel düzeyinin zayıf olması demektir. Ancak burada olumsuz bulunan, üniversitenin teorik edinimlerinin pratiğe aktarılamaması sorunudur. Özcesi özellikle bilişim ve iletişim teknolojisinin gelişimi ve üniversitelerin yaygınlaşması ile hiç de azımsanmayacak nicelik ve nitelikte eserler çıkarıldığı bir övünçtür. Bununla birlikte bu eser ve sonuçların iş piyasası ve günlük yaşama katkısı tartışmalıdır.
Sonuçlar ve Öneriler
Üniversiteler ayakları yerel ve ulusal topraklara basan evrensel eğitim öğretim ve bilimsel araştırma kurumlarıdır. Bu nedenle üniversiteler, ülkelerin göz bebeğidir. Bu kurumlara sahip çıkmak, öncelikle akademisyenlerin namus ve mesleki ahlak borcudur. Meslektaşlarıma kafalarını kumdan çıkarmalarını öneriyorum. Araştırma, konferans, tartışma, gazete ve dergi yazıları gibi etkinlik ve çalışmalarla kamuoyu oluşturulmasına katkı verilmelidir.
Siyasetçilerin 12 Eylül’den kalma “bize yarıyor” mantığı ile yürürlükte tuttukları yükseköğretim kanunu ile varacağımız yer burasıdır ve ne yazık ki durum vahimdir. Yeni bir üniversite yasası artık bir zorunluluktur. Yasa önerisi kamuoyu ve üniversite tarafından tartışılmalıdır. Öneriler değişik kurum ve kişilerce araştırma, çözüm önerileri ile çok yönlü ve çok boyutlu konuşulmalı, yazılmalı ve çizilmelidir. Çağdaş, özerk, demokratik, üretken, etkili ve verimli üniversiter bir model geliştirmek için ortak payda yaratmak zorundayız. Unutmayalım; zaman, ülkemiz ve üniversitelerimizin aleyhine çalışmaktadır.
Yeni model öncelikle kayırmacılığa, politik kullanılmaya engel olacak ve özerkliği güçlendirecek öze sahip olmalıdır. Üniversitenin ideolojik olarak biricik seçeneği vardır, o da akılcılık ve bilimselliktir. İdeolojik yan tutma, kayırma günlük olarak bazılarımızı rektör, dekan veya kazara akademisyen yapmış olabilir. Ancak özür dileyerek ifade edeyim ki Yunus, Dadaloğlu, Pir Sultan, Emrah, Hacı Bektaş-ı Veli, Sümmani, Mevlana, Hoca Nasrettin ve Âşık Veysel gibi saf, temiz ve yürekli Anadolu insanının gönüllerinde sizler birer hiçsiniz.
Son Söz
Yükseköğretim, bir ülkenin gözbebeğidir. Emrullah Efendi’nin Tuğba Ağacı faraziyesi gereği önce üniversitelerden başlamalıyız sanki. Kökler, ağacın aslında tepesindedir. Yarın, bugünden kurulur. İstanbul’da “Her şey çok güzel olacak!” diyen Berkay kardeşim, Hakkâri Çölemerik’ten hiç tanımadığım Zozan, Tunceli’den alevi Ali Haydar amcam, Maraşlı ülkücü Ökkeş kardeşim, Erzurumlu muhafazakâr hemşerim Seyfullah, Kars Digor’dan kız kardeşim Rojda, Artvinli devrimci küçüğüm Ulaş, Konyalı Hacı Mehmet dayım yarınlara güvenle bakmak istiyor. Bu canları ülke bütünlüğü içerisinde demokratik, üretken ve hakça bölüşen bir Türkiye ortak paydasında toplamak zorunluluktur. Bu sembollerin görüşleri şu an siyaseten bir tarafa çekiliyor olabilir ancak üretemezsek ve daha hakça paylaşamazsak yarınlarımızın iyi olamayacağı açıktır. Bu nedenle üretken, adil, demokratik ve laik bir gelecek için üniversite toplum ilişkisini işlevsel kılmalıyız.
KAYNAKÇA
Akyol, T. (2020, 3 Haziran). Üniversiteler kan kaybediyor! Karar. Erişim adresi: https://www.karar.com/universiteler-kan-kaybediyor-1566836.
Kaya, Y. K. (1999). Eğitim yönetimi kuram ve Türkiye’deki uygulama. Ankara: Bilim Yayınları.
Kaynar, M. ve Parlak, İ. (2005). Her il’e bir üniversite Türkiye’de yükseköğretim sisteminin çöküşü. Ankara: Paragraf Yayınevi.
Loğoğlu F. (2017, 3 Nisan). Popülizm nedir? İyi midir, kötü müdür? Bizde nasıldır?. Duvar. Erişim adresi: https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2017/04/02/populizm-nedir-iyi-midir-kotu-mudur-bizde-nasildir/
Tunçbilek, M. M. ve Akkuş, A. (2017). Nepotizm (akraba kayırmacılığı) ve iş tatmini arasındaki ilişki ve Safranbolu Konaklama İşletmelerinde bir araştırma. Yüzüncü Yıl Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, (3), 169-197. Erişim adresi: http://www. yyuiibfdergisi.com/dergi/isl201711fd9e3.pdf.