Pazar günü öğlene yakın bir zamandı.
Yârim ve üç minik patimizle, balkonumuza vuran Ekim güneşinin tadını çıkarıyorduk. Sevgili kardeşim Arif Anbar aradı telefonla; “Hocam öğleden sonra uygunsan, il dışından ziyaretçilerin olacak” dedi. Şaşırdım, bu sürpriz ziyaretçiler kim diye sorduğumda; Atatürkçü Düşünce Kulübü bünyesindeki çeşitli illerdeki üniversite gençleri olduğunu belirtti. 14.30 için sözleştik buluşma için.
Sevgili gençler benden önce de Odunpazarı Belediyesi Başkanı Av. Kazım Kurt’u ziyaret etmiş, sonra da beni onurlandırdılar.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi, İstanbul Bilgi Üniversitesi, İstanbul Arel Üniversitesi ve Adana Çukurova Üniversitesi'nden aydınlık yüzlü (yürekli) Atatürkçü Düşünce Kulüplerinin öğrenci temsilcileri ile sohbet etme olanağımız oldu. Düşüncelerimizde ortak paydamız çoktu. En önemlisi de Atatürk Devrimlerinde, Cumhuriyet değerlerinin korunması ve yaşatılmasında, bölünmez bütünlükte yüreklerimiz birbirine denk düşüyordu...
Yurt genelindeki tüm Atatürkçü Düşünce Kulüplerinin bir çatı altında birleştirilmesi adına yola çıkmışlardı. Bir zamanlar yurt genelinde en büyük demokratik kitle örgütü (ya da STK) olan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin, şimdilerde neredeyse bir tabela derneği konumundaki hazin sonuna benzememesini istedim akıbetlerinin. Bu konu hakkında da benden farklı düşünmediklerini gözlemledim. Daha da önemlisi Atatürk Devrimlerinin rotasından çıkarılması, ülkemizin şu an büyük sıktılar yaşamasına vesile olan gerçeklerde; meclis içi ve dışındaki mevcut muhalefet partilerinin de büyük veballerinin olduğu konusunda da farklı değildi düşüncelerimiz. Bu gençler macera peşinde olan, kandırılmış gençlerden değildi. Amerika’nın kucağına oturtularak “Halkların kendi kaderini tayin hakkı” masalı ile kandırılan zavallılardan değillerdi. Onların rehberi Mustafa Kemal Atatürk’tü ve Atatürk Devrimlerinin rotasına geri yerleştirilerek yaşanası bir Türkiye’ye ermekti arzuları. Bunun için de yegâne silahları bilgi çağında olması gereken bilgi donanımlarıydı, bağımsızlığa olan inançlarıydı. “Manda ve himaye kabul edilemez” diyen bir büyük öndere olan sadakat duygularıydı…
Türkiye’nin en hoşgörülü iki kentini şöyle sıraladılar;
1-İzmir
2-Eskişehir
Hayallerini gerçekleştirmek adına oluşturacakları derneği İzmir’de oluşturup, Eskişehir’den de tüm yurt geneline güneş gibi doğacaklarını planlamışlar.
Türkiye genelinde aydın üniversite örgütlenmelerini, işçi ve köylü gençleri de kapsayacak biçimde geliştireceklerine yürekten inanıyorlardı. Bu aydınlık yüzlü gençlerimiz, kuşkusuz ki ülkemizin geleceğidirler. Vatanımızın üzerini kara bulutların sarmaladığı böylesi bir zamanda, umutlarımızın yeşermesini sağlayan bu yiğitlerimize sonsuz sevgilerimi sunuyorum. Atatürk’te, cumhuriyet değerlerimizde yolu kesişenler bağlamında beni layık gördükleri için haz duydum, coşkulandım. Bir gün; bu gençlerin İzmir’den yola çıkıp Eskişehir’de yaktıkları Cumhuriyet meşalesinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden aydınlanmasını sağlayacak bir vesile olmasını tüm kalbimle diliyorum. Toplumsal umudu beslemesini tüm kalbimle diliyorum. Cumhuriyetimizin UMUT ÇİÇEKLERİ onlar…
SİZİN SESİNİZ
Hangi alanda söz sahibiyiz ki?
Öyle güzel bir cümle kurmuş ki…
Tek paragrafta açıklamış bence bir ülkenin görmezden gelinen gerçeğini. Kim açıklamış diyeceksiniz, söyleyeyim izninizle. Gazetemizin Yazı İşleri Müdürü Cihan Yıldırım şöyle demiş;
Milli Takım işini çok abartıyoruz! Hangi alanda dünyada söz sahibiyiz? Sağlık, eğitim, sanayi, bilişim, kaç markamız var?
Bu topçular da tıpkı bürokratlarımız gibi, hocalarımız gibi, iş adamlarımız gibi; ne eksik ne fazla. Neden sadece futboldaki başarısızlık bizi kahrediyor?
Ne eklenebilir ki bu doğru söze? Belki yazmak isteyip de yazamadığı bir gurubu ekleyebiliriz, siyasileri de dâhil ederek rahmetlik Levent Kırca’nın program müziğinin sözleri ile bitirebiliriz yazımızı…
Aç gözünü seyret tekrarı yok bunun
İşimiz muhabbet efkârı yok bunun
Arada bir dilimiz sürçer ise af ola
Susmasını biliriz de kemiği yok bunun
Olacak, olacak, olacak o kadar…
Niyetimiz kimseyi kırmak değildir
Şuradakini buraya koymak değildir
Arada bir zülfü yâre dokunduk
Tam yerine rast geldi manzara koyduk
Olacak, olacak, olacak o kadar…