“Depresyon” kelimesi uzun yıllardan beri sadece tıbbi bir terim olmaktan çıkmış, popüler şarkı sözlerine bile konu olacak kadar toplumun günlük dilinde yerleşmiştir.
En basit şekliyle bu durum; bir insanın keder, karamsarlık, umutsuzluk duyguları ile yaşama enerjisinin düşmesi halinin, hissedilir derecede görülmesi olarak tanımlanmaktadır.
Ancak konunun uzmanları, yaşanılan bazı olaylar karşısında toplumsal olarak da bu durumun ortaya çıkabildiğini belirtmektedirler. Belki de 17 Ağustos 1999 yılında yaşanılan büyük deprem sonrası ülkemizde yaşanılanlar buna örnek olarak verilebilir.
Kaybettiğimiz canlar için duyduğumuz üzüntüler bir yana, herkes kendi şehrinde de bunların yaşanabileceği kaygısı ile dağa taşa tek katlı ev yapma çılgınlığına kapılmıştı…
Bugün insanlık dışı bir alçaklıkla sürdürülen ve çok sayıda canımıza katleden terör olayları da bazı farklılıkları olmakla birlikte toplumumuzda aynı etkiyi yaratmaktadır.
Yani ülkemizde yaşanan krizlerin ve afetlerin, toplumsal depresyonu tetiklemesi doğal olarak kaçınılmaz olmaktadır. Durumun etkisini arttırarak sürmesi ise toplumsal “panik atağa” dönüşebilmektedir…
En büyük sorun; bireysel depresyonlar için uzman doktorların uygulayacağı birkaç terapi seansı ve vereceği ilaçlar sürecin hafiflemesine yardımcı olabilirken, toplum için bu kadar kolay çare bulunamamasıdır…
Elbette bu durumun şiddetinin giderek artması, olaylara karşı sağduyulu ve uzlaşmacı bir yaklaşımda bulunulabilmesini de güçleştiriyor...
Anacak uzmanlara göre bu süreç; doğru çözüm yollarına başvurulmaması nedeniyle “toplumsal depresyondan” çok daha tehlikeli olan “panik atak” aşamasına geçmeye başladı bile…
Bu sürecin iyileşmesine katkı sağlayacak en önemli rolü üstlenmesi beklenen Türkiye Büyük Millet Meclisi ise tatilde…
Eğer bu durum tam bir toplumsal panik atak haline dönüşürse, vekillerimizin tatilden dönmeleri biraz zor olacak gibi gözüküyor.