Gerçeği söylemek gerekirse geçen hafta Sivasspor maçından alınan 3 puandan sonra lig bizim için büyük ölçüde noktalanmış, orta sıralarda bir yerlerde sezonu kapatacağımız iyice belli olmuştu...
Kalan maçlar ise bir anlamda prestij açısından önem kazanıyor ve tek hedef haline gelen “Ziraat Türkiye Kupası” için birer hazırlık mahiyeti taşıyordu…
Fenerbahçe maçı da rakibi daha iyi tanıma adına ve çarşamba akşamı oynanacak çok daha hayati bir maçın provası oluyordu…
İşte böyle bir atmosferde “Saraçoğlu”nu dolduran yaklaşık 45 bin Fenerbahçe taraftarı Lazio fatihlerini kucaklamak için tribünleri doldurmuştu…
Ancak bu kez karşılarında Avrupa yarı finalistine sahayı dar eden, oyununun hemen her anında kendi futbolunu rakibine kabul ettiren, sahayı enine ve dikine kullanabilen, orta sahadaki pas trafiğiyle “Saraçoğlu” tribünlerine soğuk terler döktüren futbol ustaları vardı…
Defansın göbeğinde mükemmele yakın tempolarıyla “Diego” ve “Akaminko”, orta sahanın dinamosu “Hürriyet” ve yıldızı her geçen gün daha parlayan “Alper” her iki yarıda da takımın en iyileri olarak gözüktüler…
Yalnızca hücum bölgesinde değil, orta sahaya kadar gelip takımına büyük katkı sağlayan futbol virtüözü “Erkan Zengin” ve yeteneklerini bütün bir sezona yaymakta oldukça cimri davranan “Kamara” futbolun onca güzelliğini sergiledikleri halde gol manşetlerini süsleyemediler…
Bu kadar güzel futbola rağmen alınan yenilginin başrol oyuncusu hatalı kararlarla maça damgasını vuran hiç şüphesiz göğsündeki “FİFA Kokartı” nın dahi eğreti durduğu “Bülent Yıldırım”dı… Bu sezon yönettiği 9 Fenerbahçe maçının 7’ sinde galip gelen Sarı-Lacivertlilere sanki “bu başarınızda benim payımı unutmayın” der gibiydi…
Süper Lig’in senaryosu acaba çok önceden mi yazılmıştı?
Endüstriyel futbolun menfaatleri doğrultusunda ligin zirvesindeki iki takımı son ana kadar yarış içinde tutma çabası sanki “Bülent Yıldırım”ın düdüğüne ve kokartına yüklenmiş kutsal (!) bir misyondu…
Sonucu açısından taraftarı fazlaca üzmeyen bu maçın telafisi elbette mümkündü…
Maç sonunda futbolcularını yine “beceriksizlikle” itham eden “Ersun Yanal” acaba çarşamba akşamına kadar takımın “beceri noksanlığına” nasıl bir çare bulacak, nasıl bir terapi uygulayacaktı?