Zülfü Livaneli’nin
“Edebiyat Mutluluktur” kitabından hoş bir alıntı ile yazıma başlayayım…
Norveç kurtulunca, halk kendilerine ihanet eden bu yazara (Nazilere sempati besleyen Knut Hamsun) hiçbir şey söylemedi. Ne bir protesto, ne bir yazı, ne saldırı… Ama bir gün evinin önüne bir genç kız gelip Hamsun’un kitaplarını bıraktı, biraz sonra da yaşlı bir adam geldi ve o da kitapları bıraktı. Derken insanlar ellerindeki Knut Hamsun kitaplarıyla akın akın gelmeye başladılar. Hamsun, bütün bunları penceresinden izliyordu. Halk çıt çıkarmadan, en ufak bir tepki göstermeden sakince kitapları bırakıyordu. Birinci günün sonunda kitaplar koskoca bir yığın ediyordu artık. Ertesi gün aynı durum devam etti. Kitap yığını büyüdükçe, halkına ihanet etmiş olan yazar küçüldü ve ölümü böyle oldu…
***
Sosyal medyada paylaşılan bu Livaneli anekdotunun altına bir yurttaşımız şu soruyu sormuş; “İyi de biz hangi kitabı hangi yazarın evine bırakacağız?” Paylaşımı yapan genç arkadaşımız da mükemmel bir yanıt vermiş;
“Acun’un kanallarını, dizileri, izdivaçları, şeytanlı spor programları izlemeyerek işe başlayabilirsin mesela…”
Bundan mükemmel bir yanıt olabilir mi?
Yeni yetişen gençlik aslında ironi zenginliği anlamında bizim kuşaktan çok daha önde. Öyle benzetmeler, öyle yanıtlar verenler var ki hayranlıkla okuyor, değerlendiriyorum. Lakin ‘Toplumsal bazda böyle bir zenginlikten söz etmek olası mı?’ diye sorarsanız yanıtım hayır! Bir ara Türkiye Gençlik Birliği (TGB) demokratik eylemlerinde bu ayrıcalıklı biçimi tercih ederek toplumun büyük bir kesiminin güven ve sempatisini kazanmıştı. Polisle (emniyet güçleri ile) karşı karşıya gelmeksizin, mukavemet etmeksizin akılıcı ve sempatik eylemler üretiyorlardı. Lakin bir partinin arka bahçesi olarak algılanmaya başladıkları an itibarı ile kendileri lehine yapılan toplumsal övgüler giderek azalmaya başladı. Yüz binlerce katılım yerini on binlere, binlere bırakır oldu. İşte burada vurgu yapmam gereken konu protesto biçimlerinin yavanlığı ve hatta çağ dışılığıdır. Protesto deyince akla ilk gelen ana avrat sövgü oluyorsa, bu çağda bile hala Ortaçağ kafasını yaşıyoruz demek ki!
Bakınız sosyal medya paylaşımlarının büyük birçoğuna. Kendinden olmayanı
“tukaka” ilan eden asil milletimin aziz insanlarının (protesto anlayışlarının yansıması olan) yorumlarını okuyunuz.
“Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz ulan” cümlesi ile başlayıp, hiç günahı olmayan anaları-avratları-bacıları sinkaflayan bildik cümlelerle protesto gösterisinde bulunduğunu sananlara…
Ben dâhil, küfrü yaşamın bir parçası olarak gören bir toplumdan nasıl ironi zenginliği bekleyebiliriz ki? ‘Ellere verir telkini, kendisi yutar salkımı’ ne güzel bir atasözüdür. Ben dâhil derken en başta kendimi örnek göstermek istedim bilesiniz ki. Sosyal medyada vitesten attığımda küfre sığınan asil milletimiz aziz insanlarından biri de benim. Oysa Zülfü Livaneli örneğindeki mükemmel protesto biçimlerini zenginleştiren kişilerden olsaydım keşke!
Benim sosyal sitemde (sayfamda) beş bin arkadaş listem var.
“Sosyal Gazete” grubumuzda yedi bin üyemiz var. Benim de üye olduğum gruplarla birlikte on binlerce insanla anında (saniyeler içinde) iletişim halinde olabiliyoruz. İyi de bu nimetten yoksun milyonlarca insan var bu ülkede. Hani kısaca ‘kırsal kesimde yaşayanlar ya da varoşlarda yaşayanlar’ diye tanımlanan insanlardan bahsediyorum. Bunların sosyal medya denilen gerçekten zerre kadar haberleri yok ve umurlarında dahi değil. Varsa yoksa karnımızı bugün nasıl doyururuz sorusunun yanıtı ile meşguller! Ve ne acı bir geçektir ki bizlerin hayatını da (geleceğimizi şekillendirmek adına) attıkları oylarla bu çoğunluk kesim belirlemektedir. Kaderimiz, hatta Cumhuriyetin kaderi artık onların elinde; onların atacakları EVET ya da HAYIR oylarındadır...
Gelelim sorumuza!
Sosyal medyada anında iletişim büyük bir teknoloji nimetidir kim ne derse desin. Lakin güzel insanlarım; bazen körler sağırlar birbirimizi ağırlamaktan öte ne yapıyoruz dersiniz? Kaderimizi belirleyecek çoğunluğun kamaşmış (ya da kararmış) gözlerini şu birkaç ayda açarak, gerçekleri görmelerini nasıl sağlayacağız hiç düşündünüz mü?
Sen, ben, o… Laik-demokratik-tam bağımsız ve bölünmez bütünlükten yanayız; Atatürk devrimlerinin tamamlanması ve çağdaş bir Türkiye’den yanayız tamam da! Kaderimiz, az önce vurguladığım
“bugün karnımı nasıl doyururum” sorusunun dışında hiçbir önceliği olmayan çoğunluğun elindedir unuttunuz mu?
SİZİN SESİNİZ
Oğuz Döngel’den Ekrem Birsen’e…
Oğuz Döngel siyasi kimliğinin yanında, kişilik olarak da itibar gören bir isimdir. Kendisini sosyal paylaşım sitesinde şöyle tanımlamış;
MHP Çifteler İlçe Başkanlığı’nda son seçilmiş ilçe başkanı. Yani anlaşılacağı üzere MHP merkez yönetimi ile yolları ayıranlardan ve bunu da hiç çekinmeden her yerde, her zaman söyleyenlerden. Yani Bahçeli’yi tasvip etmeyenlerden, yani nice parti arkadaşları gibi
“Hayır”cılar tarafında yer alanlardan…
Sosyal paylaşımı iyi kullananlardan birisidir. Geçen günlerde şöyle bir paylaşımda bulundu
“Sosyal Gazete” gurubundan…
Odalar Birliği Başkanı Sayın Ekrem Birsen Bey; esnafın iş yapamayışının, piyasaların durgun oluşunun tek sebebini Eskişehir’deki trafik sorunu olarak tespit etmiş! Ben de onun bu kel alaka tespitinden bir şeyi tespit etmiş oldum. Ekrem başkanın acil olarak ruh ve sinir hastalıkları uzmanına görünmesi lazım gerek herhalde! Hayırlı işler diler acele cevap beklerim…
Ekrem Birsen kendisine acele yanıt verir mi bilemem. Fakat koca odalar birliği başkanının böyle bir tespitte bulunması benim kanımca da yadırganmayacak türden değil. Böyle bir talihsiz açıklama yapmadığını sanıyorum kendilerinin. Ya da en azından yapmadığını umuyorum! Velev ki böyle bir açıklama yaptı ise şunu sormazlar mı kendisine? Ülke genelinde trafik sorununun zerre kadar sorun olmadığı yerlerde peş peşe kapanan; devren kiralıktır (ya da satılıktır) tabelalarının asıldığı iş yerlerinin asıl kapanma nedeni ne olabilir ki?
İkinci soru da şu; Eskişehir’de trafik sorununun birinci derecede günahı kime, kimlere, hangi kurum ve kuruluşa aittir? Yerel yönetimlerde (sağcısı solcusu ile) gelmiş geçmiş belediye başkanlarının vizyonsuzluğu söz konusu mudur, değil midir?
Üç; Eskişehir’de emniyet birimlerimizin çoğu başarılıdır, alkışa şayandır. Trafik şubesi için de aynı yorumu yapmak olası mıdır?