Son üç aydır Eskişehirspor kamuoyunda, gazetelerin spor sayfalarında, yerel televizyonların spor programlarında sadece sportif konuşmalar yapılıyor. Eskişehirspor enine boyuna masaya yatırılıyor ve tartışılıyor. Olumsuz hiçbir şey yok. Dedikodu yok, fitne yok. Entrikalar konuşulmuyor. Sadece futbol içinde ne varsa onlar konuşuluyor. Durum böyle olunca şehrin ve taraftarın Eskişehirspor’u sahiplenmemesi için hiçbir neden kalmıyor.
Özellikle Başkan Sayın Mesut Hoşcan ve ekibi kongre süresince beyan ettiklerini, kongreden sonra bir bir hayata geçirmek adına yapmış olduğu hamleler şehirde bir güven duygusu yarattı. Takımın başına Ertuğrul hocanın getirilmesi güven duygusunu aşılayan ve tutmasına sebep olan en önemli faktördü. Takımın ilk üç hafta göstermiş olduğu performans ve yapmış olduğu mücadele ile beraber gençlere şans verilmesi, Sayın Ertuğrul Sağlam’ın ne kadar doğru bir tercih olduğu gerçeğidir. Ertuğrul hoca duruşuyla, söylemleri ve eylemlerindeki tutarlılık ile taraftarların gönlünü kazanmaya yetmiştir. Sürekli birlik ve beraberlikte bahsederken şehirdeki tüm dinamiklerin harekete geçmesiyle başarının geleceği vurgusunu yaparak takımın sahiplenilmesini istemiştir. Bu söylemlere katılmamak mümkün değildir.
Bir toplumda başarı yakalamak için sevgi ve saygının ön plana çıkmasını sağlayarak, karşılıklı güven duygusu oluşturmak gerekir. Sevgiyi sadece dilde değil, gönüle indirerek yaşanmalıdır. Başka türlü başarıyı yakalamak mümkün değildir.
Kongre sürecinden sonra, yönetimin şehrin önce güvenini kazanmak adına çalışmalar yaptığına ve sevgiyi dilden gönüllere indirmeye çaba sarf ettiğine memnuniyetle şahit oluyoruz.
KISSADAN HİSSE
Bir gün sormuşlar ermişlerden birine; “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?”Bakın göstereyim demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar.
Ermiş; Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz diye bir şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat oda ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.
Bunun üzerine, Şimdi demiş ermiş, “Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe” yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyenler, gelmiş oturmuş sofraya bu defa. Buyurun deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.
İşte demiş ermiş, kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalkacaktır. Kim karşısındakini düşünürde doyurursa o da karşısındaki tarafından doyurulacaktır.
Şüphesiz şunu unutmayın, “Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır her zaman”…