Böyle başlarlar ya kimileri köşe yazılarına.
“Sayın Cumhurbaşkanına açık mektubumdur” diye başlarlar ya!
Ben bunu kastederek atmadım yazımın başlığını.
“Sayın Cumhurbaşkanına açık yüreklilikle” sözleri ile başlamayı, samimi biçimde duygularımı aktarmayı yeğledim. Elbette biliyorum Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın benim bu yazımın bir tek kelimesinden haberdar olmayacağını. Hiç sorun değil, yazımın bitiminde bizzat kendilerine de eposta yolu ile yollayacağım resmi internet sayfalarından. O halde yüreğimden geçen hitap şekli ile en masum halimle kendilerine hitap etmek arzusundayım…
Sayın Cumhurbaşkanına açık yüreklilikle…
Okuduğunuz bir şiirden ötürü hüküm giymiş, Haymana Cezaevi’ne konmuştunuz. Zerre kadar hoşlanmamıştım bu yapıldan, sözüm ona uygulamadan. İzmir’de yaşamaktaydım ve orada da yazılı görsel medyada görevimi sürdürmekteydim. Size yapılan ve asla hoşuma gitmeyen adalet biçimini de vatandaşlık haklarım sınırları içerisinde protesto etmiştim. Akabinde on beş yıldır iktidarınız süresince ben de sizi çok yakından tanıdım diğer seksen milyon yurttaşımız gibi. Altmış yıllık ömrümde bir kez olsun sağ partilere oyum nasip olmamıştır. Bunu övgü ya da yergi anlamında söylemiyorum kesinlikle, sadece dünya görüşlerim doğrultusunda tercihimi belirtmek istedim. Size ve partinize de hiç oy vermedim tabii anlaşılacağı üzere. Lakin dünyanın jandarmalığını yapan Amerika’nın; benim Ulusumun Cumhurbaşkanı aleyhindeki küstah açıklamaları, tepeden bakan tavırları üzerine minicik kalemimle köşe yazımda da ilk kez yanınızda olduğumu haykırdığım bir köşe yazısı sundum. O katil ABD’nin nice resmi web sitelerinden de sizin yanınızda olduğumuzu, Cumhurbaşkanlığının makamı ulusumuzun kutsal makamı olduğunu ve bu makamda kim olursa olsun kendilerine küstahlık eden her emperyalist güce karşı anında birlik olacağımızı ifade ettim. Hatta fak’lı fuk’lu birkaç kelamla da validelerine özel selamlarımı sunmayı ihmal etmedim. Bunun için de Guantanamo’ya kaldırıp portakal rengi elbise giydirmez, canıma okumazsanız hatırım kalır diye sitemlerimi de ilettim ekselanslarına…
Sayın Cumhurbaşkanı, sizin partinize oy vermesem de siz benim ülkemin ve benim de Cumhurbaşkanımsınız. Beni reddetmek, vatandaşınız olarak görmemek gibi bir tercihiniz olabilir mi? Kısaca açıkladım, dünyanın tüm ülkelerinden size karşı, makamınıza karşı yapılacak küstahlığın zerresi karşısında size oy verenlerden asla farkım olmaksızın ben de göğsümü gererek siper olurum gelecek kötülüklere. Değil mi ki demokratik yoldan, bu halkın çoğunluğunun tercihi ile o makama layık görüldünüz, seçildiğiniz an itibarı ile onun, bunun, şunun değil, hepimizin Cumhurbaşkanısınız!
İlk istirhamım da budur zaten; lütfen siz de böyle görüp, böyle düşünüp, böyle açıklamalarda bulunun. Bizi ayrıştırmak için her ahlaksızlığı yapan o emperyalist güce inat, lütfen siz de her fırsatta ve her ortamda hepimizin Cumhurbaşkanı olduğunuzu haykırın.
“Bütün bir milletimin Cumhurbaşkanıyım” diye haykırın ki, hepimizi kucaklayın ki, seksen milyonun yüreği yüreğinize değsin. Bu coğrafyanın insanlarının öylesine ihtiyacı var ki böylesi bir mesaja. Böylesi bir özgüvene olağanüstü gereksinimiz var her birimizin…
Cumhurbaşkanım…
En son 10 Kasım günü siz de bir kez daha tanıklık ettiniz. Bu millet kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’e sevdalıdır. Yeryüzünde bunun başka tek bir örneği yoktur. Demirperde ülkelerinde zora dayalı bir ağlama merasimi özellikle medyaya yansıtılmak üzere kurgulanır. Ama bizde asla ve asla samimiyetsiz görüntü, içten olmayan tek bir gözyaşı dökülmez Ata’mızın ardından. Ve bir kez daha tanıklık ettiniz ki 09.05 itibarı ile her 10 Kasım’da hayat durur bir dakikalığına bu güzel ülkede. Yani bizim tek birleşeceğimiz payda ATATÜRK’TÜR inanın! Ve bu toplumun bir kısmındaki (Ata’mıza karşı olan) önyargıları ortadan kaldıracak; Atatürk’te birleştirerek dünyanın güçlü milletlerinden birini oluşturacak yegâne güçsünüz, lidersiniz. Benden katbekat iyisini bilirsiniz ki; Atatürk’te birleşmek yerine Atatürk’te ayrışmak bu toplumun, bu kutsal vatanımızın sonunu getirir. Eminim ki bu koca Ulusun Cumhurbaşkanı istemez en başta böyle bir vahameti. İşte bu yüzdendir size açık yüreklilikle yazı yazmamdaki yegâne sebep. Ayrıştırmak üzere kodlanmış tüm alçaklara inat birleştirin bizi Sayın Cumhurbaşkanı. Birleştirin ki bu millet yeniden şahlansın emperyalizme karşı, bağımsızlığımıza göz diken şerre karşı. Ve dünyanın en yaşanası coğrafyası üzerinde mutlu insanların yaşadığı bir Türkiye Cumhuriyeti olsun tez zamanda. Bayram namazlarında omuz omuza saf tutalım milletçe, bayram sevincini iliklerimize dek hissederek. Tüm bu güzelliklere yeniden (bir kez daha) ermemizin mimarı da siz olun…
SİZİN SESİNİZ
Ah İsmail Ah…
İzmir’in Kiraz ilçesine sürgün yollandığım yıllardı.
Aile parçalanamaz yasası olduğu halde çocuklarımın annesini İzmir merkeze, beni de Kiraz’a yolladılar. Bir yıl zorunlu görev yaptım burada. Dört gün bu ilçedeki bekâr evinde, üç gün de çocuklarımla ailemle İzmir’deki evimizde olmak üzere koca bir yılı geçirdim. İşte o eğitim öğretim yılının sonunda bir müjde geldi kulağıma. “Senin yerine Erzincan’dan bir beden eğitimi öğretmeni atandı buraya, sen de İzmir merkeze alınacaksın” diye. Benim yerime gelen sevgili İsmail Yıldız idi. İsmail ile dostluk ve kardeşliğimiz 1992 yılından bu yana daima sürdü. Şimdilerde İzmir’de bir internet gazetesinde köşe yazarlığını sürdüren bu güzel kardeşim “Niye Korkayım ki” başlıklı köşe yazıma bakınız ne güzel bir yorum yapmış…
Sevgili Şinasi Kula kardeşim, ağabeyim yoldaşım, Fikirdaşım...
Güzel ve insanca bir yazı, kutluyorum. Benden önce gidersen, bu soruları ilgililere benim için de sor sana vekâlet veriyorum. Ben önce gidersem, sen de bana vekâlet verebilirsin. Atatürk'e şunu sormak isterim: Senin 10 yılda yaptıklarını biz, 80 yılda yok etmeye çalıştık. Gerçi hemen, hemen bitirdik. Sadece birazcık vicdanı kalan hatırı sayılır, ama parası ve gücü elinden alınmış bir gariban kitle, inatla içerden ve dışarıdan bütün kuşatmışlıklara rağmen kalbinde yaşatıyor, didiniyor, çırpınıyor. Hatta çaresizlik içinde ve hala sen tekrar bir yerlerden gürleyip geleceksin gibi bir hayal kuruyor! Buna rağmen yine bu gün yaşasaydın, bize aynı fedakârlığı bir kez daha yapmayı göze alır mıydın?
Acaba ne der Şinasi, sen de sor tamam mı?
***
Ah İsmail ah!
Ah benim Tuncelili kara yağız arkadaşım ah…
Tabii ki ben senden önce gitmeliyim sıralı ölümlere hürmeten.
Gideyim gitmesine de Atatürk’ün yüzüne nasıl bakarım dost?
Nasıl bakar, ne der, ne sorabilirim ki ona? Hangi yüzle, hangi cesaretle? Ya bana “ben bu olanaksızlıklarla bir başıma bu yobaz güruhla baş ettim; sizler altın tepsi içerisinde sunduğum Cumhuriyete-Bağımsızlığınıza sahip çıkamadınız ulan” diye yüzüme tükürürse ben nerelere giderim oradan da İsmail? Sonuçta gidilecek en son sığınak oraysa başka nerelere giderim utancımdan kardeşim?
Bence gücün yetecekse onun çakmak çakmak gözlerine bakmaya, gücün yetecekse yüzüne bakmaya vekâletimi vereyim sen sor!