Ne kadar kabayım değil mi?
Ne kadar küstah ve kendini beğenmişim.
Büyük dağları babam
küçük dağları da ben yaratmışım adeta…
Kendinden başka kimseleri beğenmeyen
Erişemediği ciğere mundar diyen kediyim değil mi?
Yok valla, beni bilen bilir ama
bilmeyen kendi bilir demeyeceğim.
Herkes kendini, haddini bilmek zorunda arkadaş
Gönül aynasını onarmak ve arada bir bakmak zorunda
Haddini bilmeyenlerin oluşturduğu bir toplumda yaşamak;
haddini bilenler açısından zulme ve ızdıraba dönüşüyor.
“Elitisler” kelimesi ile cümleye başlayan birisi;
Bu ülkede okuyanı, aydını, akademisyeni, bilim insanını,
şair-yazarı, sanat ve sanatçıyı değersizleştirdi halkın nezdinde.
“Okusan ne okumasan ne” söylemleri ile cahil ile aydını eşitlemeye ve hatta cahili daha da cesaretlendirmeye teşvik etti.
İşte bu yüzdendir ki ülkemde haddini bilmeyen her zatı muhterem kendisini dev aynasında görerek olduğunun çok dışında, ziyadesi ile önemsedi...
Hayatında tek bir kitap sayfasını çevirmek zahmetine girmeyen zır zır cahil, ulu orta bilgece söylemlerde bulunmayı hak saydı kendine.
Bulunduğu kentin dışında tek bir şehir görmeyen Evliya Çelebi
Ömründe tek bir gazete okumayan köşe yazarı
Nazım Hikmet Ran’ın, Atatol Behramoğlu’nun, Özkan Mert’in, Nihat Behram’ın, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in, Tuğrul Keskin’in, Fikret Dikmen’in adını dahi duymamış garibanların şair sandığı bir ülkede hak edenlere ayna tutamaya devam edeceğim kardeşim…
Çünkü kendini bilmeyen insan haddini bilmeyendir.
Çünkü haddini bilmeyen insan kıymet bilmeyendir.
Çünkü kıymet bilmeyen insan nankördür.
Kendinden gayrı herkes ayrıntıdır böylesi zırtapozlara…
Şair adam kendine şair demez biliyor musun?
Kartvizitine şair yazmakla şair, yazar yazmakla yazar olunmadığı gibi; hamamda şarkı söyleyenlere sanatçı yakıştırması yapılmaz! Bu kadar ucuz değildir sanat, keza sanatçılık da müzik yarışmalarında önüne gelene bahşedilen bir sıfat hiç değildir…
Sanatçı insanda Tanrısal bir yeteneğin dışında iki okka da yürek olması gerek yani. Çünkü sanatçı yaşadığı çağın korkusuz tanıklığını yapmak üzere görevlendirilmiştir. Kim görevlendirdi soracak olursan söyleyeyim; sanat denilen sonsuz derya (güç) görevlendirmiştir…
Sıradan insanlardan ya da kendisini şair sananlardan çok daha kalıcı ve zor bir misyonu vardır sanatçının. Ozanlık geleneğini bilir misin? Hani senin sandığın gibi değil ama! Eline bağlamayı alıp aney aney yakınmaları ile erke yağdanlık yapmak değildir ozanlık. Ya da aşk-meşk adı altındaki etkinliklerde körler sağırlar türü organizasyonlarda objektifler karşısında geçerek bireysel tatminde(kibarını yazdım) bulunmak hiç ama hiç değildir. Pir Sultan Abdal’dan bu yana kalıcı olmaktır ozanlık geleneğinde düstur. Hele şairler eğleniyor başlığı altında magazinsel malzeme olmak, gerdan kırmak asla değildir. Türkiye’nin kanadığı böylesi günlerde kendilerine “şair” yakıştırması yapan güruhun böylesi görüntülerle şiire ve gerçek şairlere haksızlık etmesi ayıptır. Ve bilmen gereken çok daha önemli konu da şudur aziz kardeşim; Ozan ile Borazan arasında bariz bir dünya görüşü vardır. Daha doğrusu Ozanda bir dünya görüşü, diğerinde dünyalık kaygısı ağır basar…
Sanat adına tek ama tek bir üretimin yokken “sanat” başlıklı bir STK’nın başında olman zaten trajikomik bir mesele. Ama etrafında tuzluk gibi dizilip sana seni önemsetenlerin görüntüleri çok daha trajikomik…
Az önce ne dedim bir anımsa bakalım!
Tanırsal bir yeteneğin dışında iki okka yürek gerekir sanatçıda.
O yürek ki, bireysel tatminlerinden çok uzak beklentilerin yanıtını arar. Halkı uyutanların ve unutanların safında olmaz gerçek sanatçı. Çünkü tarihe tanıklık etmesi gerektiğini bilen kişidir o.
Yani aziz kardeşim, işte tam böylesi günlerde dimdik durandır.
Mustafa Kemal Atatürk’ün posterinin ardına gizlenmeden, “bugün herkesin Atatürk olması gereken gündür” mesajını kitlelere yiğitçe haykırandır. Pollyanna’cılık oynayan entelektüel versiyonlar için de geçerlidir tüm bu söylediklerim. 93 yıllık Cumhuriyet Tarihinin rotasını Ortaçağ’a çevirmeye çabalayanların neredeyse amaçlarına yaklaştığı bu günlerde, keçi boku gibi kokup bulaşmamak da değildir şairlik!
Yani iki okka yüreğin yoksa şairim diye ortalarda gerdan kırmayacaksın! Malzeme olmayacaksın balon magazinine!
Mani yazmanın bile çok daha hüner isteyen bir uğraş olduğunu unutmayıp, kendine maniciyim dahi demeyeceksin.
Keza aynı biçimde bağlamayı çok iyi çalabilir(icra edebilir), insanları eğlendirebilir, türküler söyleyebilirsin. Sırf bu yeteneğin için senin gibilere de sanatçı denmez hacım! “Türkücü” varsın densin (hani türkülerimize hakaret olsa da kabul) ama bunun ötesindeki yakıştırmalar sadece senin avuntundur…
Neymiş efendim!
Sanatçı olmak için Tanrısal yeteneğin dışında, öncelikle iki okka yüreğe gereksinimin varmış. Bu yoksa çığırtkansın başka bir şey değilsin yani…
Ne demiş Aziz Nesin; ülkemdeki her dört kişiden beşi şairdir…
Yani elini sallasan şaire değecek!
OZANCA
Dünyanın en tuhaf mahlûku!
Akrep gibisin kardeşim,
Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
Serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
Midye gibi kapalı, rahat
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi
Korkunçsun kardeşim
Bir değil, beş değil,
Yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
Gocuklu celep kaldırınca sopasını
Sürüye katılıverirsin hemen
Ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani,
Hani şu derya içre olup
Deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf…
Ve bu dünyada, bu zulüm senin sayende!
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
Ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
Kabahat senin, — demeğe de dilim varmıyor ama —
Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!
Nazım Hikmet RAN(1947)