On dokuzuncu yüzyıla kadar çayı tanımayan ve tam bir kahve tiryakisi olan ülkemizde çay, sudan sonra en sık tüketilen içecek haline gelerek, dünyanın en çok çay tüketen ülkelerinden biri haline gelmiştir…
Özellikle semaverde ya da porselen demliklerde sabırla demlenen ve ince belli bardaklarda ikram edilen çayın, insanlara yaşama sevinci verdiği, hoş bir muhabbet ortamı sağladığı ve şifalı olduğu bilinen bir gerçektir…
Ayrıca gereği gibi demlenmiş çay servisleri, insanların kendilerini geliştirmelerine ve entelektüel derinliklerini arttırmalarına olanak sağlayan; okuma, yazma, müzik dinleme, film izleme, düşünme, çalışma, tartışma ve fikir üretme vb. gibi ortamların daha keyifli hale gelmesine de önemli katkılar sağlamaktadır.
Tabi ki sadece zaman sorunu nedeniyle hıza odaklı yeni yaşam anlayışımız buna izin verirse…
Oysa, günümüzde sadece dünyaca tanınmış bir markadan yapılan sıcak çayla, 3660 adet olimpik yüzme havuzunun dolduracak kadar çay tüketiminin yapıldığı belirtilmektedir…
O halde bu yeni, hızlı, ruhsuz ve estetikten uzak çay tüketme anlayışını ortaya çıkaran artışın temelinde yatan şey nedir?
Ben “demleme çay kültüründen sallama çay kültürüne” geçişin bu kadar çabuk kabullenilmesinde; ironik olarak, “insanların düşünmek yerine, birilerinin beyinlerine salladıkları süzme ve poşet bilgilerle yaşamaya olan yatkınlıklarının katkısı olduğu düşüncesindeyim…
Fakat gerçek ihtiyacımız olan ise; sabırla demlenmiş ve estetik sunumu olan bir çay metaforu ile ifade edebileceğimiz, sallama akıldan, düşünen ve berrak bir demlenmiş akla olan ihtiyacımızdır…
Sallama çay, kesinlikle gerçek çaya benzemez… Adı üzerinde sallama yapılan bir şeydir...
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...