Şinasi Kula yazdı
2014 yılının aralığında yazmışım bu köşe yazısını. İsveç Milli Takımı’nın futbolcusu olan Erkan Zengin’e ithafen kaleme almışım.
***
Futbolla ilgili yazılar yazmaktan hep kaçınırım. Çünkü kentimizin değerli köşe yazarları zaten haftanın birkaç günü futbol (maç) analizlerinde bulunarak toplumu yeterince aydınlatmaktalar sağ olsunlar…
25 yıl beden eğitimi öğretmenliği yaptığım süreç öncesinde futbol yaşantım oldu bazı dostlarım bilir. “Adam olacak çocuk boncuğundan belli olur” derler ya? İşte o 25 yıllık öğretmenlik yaşantım boyunca edindiğim deneyimler sonucu insanı okurum, yanıldığım az anlar olsa da çoğunlukla doğru tuttururum…
Olanak buldukça eşimle hafta sonları Eskişehirspor’un maçlarını televizyondan izlerim. Futboldan nefret eden eşim dahi artık heyecanlanıp, gol kaçırdığımız durumlarda naralar atarak heyecanıma ortak olmaya başladı. Hafta sonları gürültülü patırtılı müzikli eğlence merkezlerini tercih etmektense, evimizde akşam yemeği eşliğinde minik bir mutluluk bizimki işte…
Galibiyet yüzünü neredeyse göremediğimiz bu süreç boyunca yenilgiyi bir kader olarak kabullenmek işimize gelmiyor daha. Üç büyükler diye tanımlanan İstanbul takımları karşısında oldukça istekli olan futbolcuların büyük bir bölümünde hırs göremiyorum nedense! Hani üç büyüklerle oynanan maçlara görücüye çıkmanın psikolojik dopingi sonucu ateşli oynayan 11 futbolcudan, diğer maçlarda sadece beş veya altısını görüyoruz desem mübalağa olur mu sizce? Hep deriz ya, bu kentin çocuklarından birkaç futbolcu bu takımda olsa diye! İşte bu yüzdendir saygın okurlarımız, her maçta hiç değilse alt yapımızdan yetişmiş iki futbolcumuz olsa durum çok daha farklı olur diye bunun için haykırıyoruz. O iki kişinin takımı nasıl ateşleyip sonucu etkileyeceğini tüm kör gözler, sığ beyinler öylesine net görecekler ki! Fethi, Nihat Ender diye başlayıp, hala belleklerimizden silinmemiş daha nice tezahüratları yaratırdı bu vefalı seyirciler bilseniz…
Bir de konu başlığındaki genç kardeşimizden birazcık söz edeyim izninizle. İsveç Milli Takımı’nda oynamak elbette ki onun kariyeri adına bir artıdır. Lakin ben bu arkadaşımızda olumsuz bazı özellikleri nedeni ile takıma katkılarının çok fazla olmadığı kanısındayım. Farkında mısınız, sadece istediği zamanlar oynuyor bu kardeşimiz. Canı isterse, kendisini göstermesi gerekiyorsa takıma katkısı oluyor. Ama bunun dışında, ego zırhına bürünüp kendini kasım kasım kasması sonucu takım çoğu maçta daima bir kişi eksik! Büyük dağları yaratmanın yansıttığı bir vücut dili ile takım arkadaşlarına katkı vermek yerine, motivasyonlarını bozuyor adeta. Takımı sürükleyecek, tutkal görevini görecek (yani oyuncuları birbirlerine yakınlaştırıp bağları güçlendirecek) hiçbir özelliği yok. Diyeceksiniz ki bu takım kaptanında olması gereken özellikler, yanılıyorsunuz inanın. Gözde oyuncuların, (en azından kendisi böyle olduğunu düşünüyor) üstün özelliklerinden birisi de doğru liderlik edebilecek donanımda olmalarıdır. Yani Erkan’ın sadece soyadı Zengin bence…
***
Bu sözlerimin maalesef yine arkasındayım saygın okurlar.
Aradan iki buçuk sene gibi bir zaman dilimi geçse de bu genç kardeşimin karşısına çıkıp; beni yanılttın, ön yargılarım için özür dilerim Erkan kardeşim diyebileceğim durum söz konusu değil. Keşke olsaydı…
Egosu çok yüksek ve maalesef yeteneğinin çok üstünde! Hani bir hoca ile ruh uyumsuzluğu, dünya görüşü tezatlığı gibi nedenlerden ötürü anlaşmazlığı son derece olağandır. Ama ikinci hatta üçüncülerle de aynı sorun devam ediyor ve bu takıma direkt yansıyorsa, istediği kadar yetenekli olsun kardeşim. Motivasyonun bir anda yerle bir olmasında, hatta takımın bu nedenden ötürü motive olamamasında birinci dereceden sorumlu ise bu işe kalıcı bir çözüm bulmak durumundadır yönetim. Bu takıma transfer olurken yaptığı fedakârlıkları, Alpay’ın basiretsizliği döneminde takım arkadaşlarının sorununu çözümünde yaptıkları türünden türlü gerekçeleri bana anımsatmanıza gerek yok! Benim sizlere şu an yaptığım anımsatma daha hayati. Çünkü bir maç daha hayal kırıklığı yaşanırsa duvarları tırmalasanız dahi şampiyon olamaz Eskişehirspor. Söz konusu Eskişehirspor’un şampiyonluğu ise neşteri vurun kardeşim bir an önce. Daha neyi bekliyorsunuz?
SİZİN SESİNİZ
“Kadınlar Gününde” göbecikler atacağız!
Doğduğum ve yedi yaşıma dek yaşadığım bu kentte, fasılasız biçimde ve her ortamda haykırmaktayım. Kadınlar Günü diyerek, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü sığlaştırmaya çabalayan güruhlara inanılmaz tepki duyanlardanım. Şu kısacık tarihçesini her yıl onların gözlerine dayamaktan asla bıkmayacağım…
***
8 Mart 1857 tarihinde ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Bu grev esnasında polis işçilere saldırdı ve onları fabrikaya kilitledi. İşçilerin fabrikaya kilitlenmesinin ardından çıkan yangında, işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. Ölen işçilerin cenaze törenine 100 bini aşkın kişi katıldı. Zaman içerisinde, ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılması önerisi getirildi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi…
***
Yahu bazıları şimdi üç kuruş para kazanacak diye, dünyada en yüce değerlerden biri olan emek gibi bir değeri anlamsızlaştırma çabalarınıza seyirci mi kalalım kardeşim? Susup ya da niceleriniz gibi popülist davranıp “haydi eller havaya” moduna girerek kırmızı çiçekli paylaşımlarda mı bulunalım? Tuzu kuru yengelerin de buna alet olmasına ziyadesi ile ifrit oluyor insan. Yahu yüz altmış yıl önce hemcinsleriniz haksızlıklara direnirken cayır cayır yanmış ya da yakılmışlar kardeşim anlasanıza! Yok kadınlar gününde özel indirimlermiş, yok kadınlar gününde İstanbul sahnelerinin baldırı çıplak sanatçısı “çoooook eğleniciyiiiiiz” demiş. De gidin işinize ya!
Dünya Emekçi Kadınlar Günü’de göbek atılmaz.
Erkek egemen bir dünyada emeğinizi sömürenlere, bu sömürüye seyirci kalan (hatta alet olan) sarı sendikalara karşı da slogan atılır slogan…