Son zamanlarda internet ve sosyal medya ortamının sağladığı iletişim olanakları sayesinde, özlü sözler veya özdeyişler diye adlandırılan yazıların paylaşımı oldukça arttı. Eskiden daha çok çalışma ofislerinde, dükkânların duvarlarında ve ticari araçların üzerinde sıkça rastlanılan bu sözler, artık sosyal medya paylaşımlarının vazgeçilmezi oldu.
Gerçekten de her biri, ya bilge insanların zihinlerinin derinliklerinden ya da halk arasında edinilen yüzlerce yıllık deneyimler sonucunda ortay çıkmıştır, bu sözlerin…
Ancak beni daha çok düşündüren, bu kadar özlü sözlere düşkün olup onları yaşamımıza geçirebilmedeki başarısızlığımızdır.
İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır demiş, atalarımız.
Sosyal medyada olmasa bile, benimde kendimi motive etmek için küçük kağıtlara yazarak ofisimin duvarlarına astığım özlü sözler olmuştur. Ama baktım ki; o yazılarda belirtildiği gibi davranmayı tam olarak başaramayıp, daha fazla strese giriyorum, bıraktım bu işi…
Geçenlerde Mümin Sekman’ ın “Hayat Bilgesi” isimli kitabını okurken, özlü sözlerin kullanıldığı kadar pratik yaşama neden aktarılamadığının cevabını buldum galiba.
Kitap diyor ki; “özlü sözler havai fişekler gibidir, çarpıcılıklarıyla gözünüzü kamaştırırlar, ama onlarla uzun süre yolunuzu bulamazsınız. Yani bu özdeyişler, hayatımızda ana yemek değil entelektüel damak tadı veren garnitürler gibidirler.”
Anacak, hala bazıları üzerinde derin derin düşünüp, onlardan yararlanmaya çalışmıyorum desem yalan olur.
Sonrada keşke diyorum; sosyal medyada veya farklı ortamlarda gördüğüm özlü sözleri içeren yazıları paylaşanların, yazdıkları yazılarla tam olarak örtüşebilen bir yaşam anlayışları olabilseydi.
Dünya güllük gülistanlık olurdu…
Âşık Veysel’in dediği gibi; koyun kurt ile gezerdi, fikir başka başka olmasa…