Antrenörlük yaşamına yeni başlayacak olan teknik adamlara bundan sonra söylenecek en güzel temenni, sanırım “Allah hepinize Ersun Yanal şansı versin” sözleri olacak…
İyice merak etmeye başladım. Bu takım daha kaç maçı son dakikalarda ya da uzatmalarda kurtaracak?
Taraftar tribünlerde daha ne kadar dokuz doğuracak?
Acaba “Ersun Yanal” tribünleri stres testinden mi, yoksa kardiyolojik efor testinden mi geçiriyor? Anlayamadım gitti!
Ancak çok iyi anladığım bir şey var; Eskişehirspor “Hakemin son düdüğü çalmadan maç bitmiyor” başka bir tanımla “Son düdüğe kadar oyun disiplininden kopmayacaksın” gibi futbolun basit kurallarının adeta dersini veriyor…
Hayaller gerçeğin önünde, Eskişehirspor ise kupada doludizgin gitmeye devam ediyor…
Maç sonunda sahaya iniyorum. Çimlerin ve dökülen alın terinin şikâyetlerini duyar gibiyim…
“Kazanan daima haklıdır” aforizmasına mı inanalım, yoksa mantığın (aklın) inadı yeneceğini haykırarak mı soralım!
“Mehmet Sedef” hiçlere imza atarken, “Alper Potuk” a vurulan pranga niye?
İki haftadır teknik heyeti ipten alan “Nuhiu” neden ilk on birin sıcak havasını değil de hala kulübenin kasvetli ortamını teneffüs ediyor?
Savunmanın göbeği, neden hala sağından soluna dönünceye kadar dört mevsimi yaşayan “Servet” in ipoteği altında?
89’uncu dakikada genç Tarık Çamdal’ı halaskar olarak çaresizce sahaya sürmenin mealini (anlamını) çözebilen var mı?
Peki, Özgür Çek’in uzatmalardaki hayat öpücüğü gibi gelen “Altın vuruşu” olmasaydı bu gün hangi hüzün şarkılarını söyleyecektik?
Karadeniz’ in hırçın dalgaları hasarsız atlatıldığına göre, küflenmeye yüz tutmuş müzemizin hala en değerli eseri kabul edilen “Abdullah Gegiç 1971” yapımı “Türkiye Kupası’nın” yanına “Ersun Yanal” imzalı yeni bir versiyonu konulabilecek mi?
Sanırım bütün bu soruların yanıtı Ersun Yanal’ın yüreğinin ve bilgisayarının bir köşesinde mutlaka yazıyordur…
Ve umarım Bordo-Mavili galibiyetin sarhoşluğuna kapılmadan, yeni bir tarih yazacak Siyah-Kırmızı renkteki melankolinin yıllar sonraki mutluluk girdabına birlikte kapılırız…