Eskişehir Büyükşehir Belediye Tiyatrosu oyuncularından Ali Eyidoğan Ohal’de Tiyatro başlıklı köşe yazıma belli ki çok içerlemiş! Durmuş durmuş yazmış, dinlenmiş yine yazmış. Bazı imla hatalarını düzeltsem de olduğu gibi yayınlamamın daha doğru olacağına inanarak saygın okurlarımızla da paylaşmak istedim…
***
Şinasi Bey Selamlar…
Şans eseri, oynamış olduğum "Ermişler ya da Günahkârlar" adlı oyunla ilgili yazdığınız yazıya denk geldim. Ben her zaman yaptığım işler ile ilgili her türlü olumlu-olumsuz kritik yazısını kendi yorumumla kendi sayfalarımda paylaşan bir insanım. Lakin bu yazınızı hakikaten, daha doğrusu hakkaten nasıl bir duyguyla paylaşacağımı bilemedim. Yani oyunun yaratıcı ekibine övgüler düzerek oyunun totalini beğenip beğenmediğinizi anlamamakla birlikte, böyle bir oyunu, Şehir Tiyatroları repertuarında, asıl suya sabuna dokunmayan "Lüküs Hayat"ve benzeri fars vodvil bulvar komedisi fransız menşeili müzikallerin yanında eşdeğer tutmanız: yani; anthony horowitz'in insanın kötüye şiddete ve intikama olan düşkünlüğünü tartışmaya açan bir metnini"suya sabuna dokunmamak" la ithaf etmeniz, benim ve arkadaşlarımın performansının yetersizliği ve beceriksizliği ihtimalinden öte(ki bu ihtimal her zaman mevcuttur velakin siz bundan bahsetmiyorsunuz) çok yavan, cahilce ya da en masumcası "taşralı" klişesi zihniyetiyle yazılmış bir aymazlık olarak bulduğumu belirtmek zorundayom. (bu cümle benim değil literatürün yüzünüze çarpacağı bir gerçektir). Çünkü "suya sabuna dokunmayan oyun" iddiası, bu tiyatronun yaptığı bütün diğer oyunları seyreden bir insan olduğunuz iddiası ile yan yana getirildiğinde kusura bakmayın ama; ya sizin diğer oyunlarımızı izlemediğinizi ya da sizin "suya sabuna dokunmaktan" kastınızın abesle iştigal ettiğini gösterir. Bu konuda tutarsız olduğunuzu görmekten kaynaklı, hakkınızda bir paylaşım yapmadan önce size bu konuda bildirimde bulunmak ve bu yazınızdaki asıl hissi kablel vukunuzu anlamak istedim. Bilgilerinize sunuyorum ki, yarın ben de yanlış anlaşılmalara mahal verecek bir paylaşımda bulunarak canınızı sıkmayayım. Teşekkür ederim.
Ali Eyidoğan
01:50
En nihayetinde, bu yazıyı yazmakla aslında başka mercilere sitemde bulunmak ya da başka kişilerin serzenişlerine seskar olmak niyetinde olduğunuzu düşünmeyi istesem de, böyle bir durum cereyan etmiş olmuş bile bunu kabul edemeyeceğimi biliniz. Çünkü ne derseniz deyin; ben bile ne dersem diyeyim; aslolan seyircidir...ve sizin gelmiş olduğunuz bilmem kaçıncı temsilin gala olarak seçilmiş olması bir şey değiştirmiyor ki; ben her akşam bu oyuna belki girebiliriz diyip giremeyen ortalama 50 seyircinin yarısına özür dilemek zorunda kalıyorum içeri giremedikleri için. (200 kişilik salonda 50 kişi demek salonun 4 de 1 i fazla seyirci talebi demektir, nolur nolmaz, ayrıntıdır.)
Ali Eyidoğan
01:52
Yani bu son serzenişim, kapıya gelip giremeyen o 50'lere karşı " suya sabuna dokunmayan" oyun müptelası etiketini yakıştıramamamdan kaynaklıdır. Saygılarımla, bir cevap bekleme merakımla!
***
Evladım yaşında birinin şu sözünü takmam, gücenmem;“çok yavan, cahilce ya da en masumcası taşralı klişesi zihniyetiyle yazılmış bir aymazlık”… Çünkü o daha dünyada yok iken ben sınıf bilinciyle donanmış üniversite genciydim. Ve o yıllarda öğrendiğim bir gerçektir. Ülkemde burjuva kültürü ile donatılmış, yaşam sürmüş bir avuç insan vardır. İnsanlar fındıkkabuğu misali utandıkları geçmişlerine dönüp baktıklarında, hemen herkesin kökeninin taşraya dayandığını görürler. İzmirli Sanatçılar Birliği Başkanlığı’nı yaptığım süreçten yakından tanık oldum; geçmişin izlerini silip kendisini farklı bir sınıftan gösterme gayreti içerisinde debelenenlere. Bestelerimi albümlerinde okuyan nice müzisyenin geniş kitlelerce kabul gördüğü anlar sonrasında yaşadıkları hazımsızlığa da tanık oldum. Ulusal bazda kazandığım beste yarışmalarında(1993 İstanbul Beyaz Güvercin -1995 TRT Altın Anten-2002 Kuşadası Altın Güvercin)kuşbakışı bakarak burun büken masal kahramanlarının finalde “meribaaaa” diyerek gönül almalarına tanık oldum. Sanatçının iflah olmaz egosuna, şişirilmekten asla pes etmeme gayretine tanık oldum. Yani alışkınım…
Nedense benim eleştirel yazılarıma tesadüfen denk gelir hazretler hep! Ondan önce asla ve asla tek bir yazımı dahi okumadıklarını ima ederler. Oysaki gerek B.B.Şehir Tiyatroları ile ilgili, bu oluşumda yer alan birbirinden değerli sanatçı kardeşlerimizle ilgili yüreğimizden samimice dökülenlerden asla haberleri olmamıştır! Onlarca yazım okunacak derecede kayda değer bulunmamış ve gümbürtüye gitmiştir öyle mi? Valla hiç sanmıyorum genç arkadaşım. Egonuzu şişirirken tek bir teşekkür imasında bulunma zahmetinde bulunmayan niceleri, eleştiri yazılarım karşısında nedense ayazda kalmış gibi titreme nöbetine girerler. Bu da benim alışageldiğim bir gerçektir. Köşe yazımı tekrar okudum yahu neden incittim bu genci diyerek. Gecenin 0,2’sinde öfke krizine gireceği kadar ağır bir eleştiri de yapmamışım oysaki! Kendisi dahil hepsinin birer değer olduğunu, bu değerleri Eskişehir’e kazandıranlara müteşekkir olduğumuzu belirtmişim.
Ve ülkemin yangın yerine döndüğü böylesi bir dönemde gerekçe ne olursa olsun gündeme denk düşen bir oyun ile topluma umut verici, motivasyon artırıcı seçimlerin yapılması gerektiğini vurgulamışım. Ben ilk kez tanık olmuyorum ki tiyatro salonunun tıka basa dolu oluşuna, ayakta kalanlara, alkışlayanlara. Lakin ilk kez tanık olduğum olayı da bilin o zaman; ilk kez bir oyunun birinci bölümü biter bitmez can hıraş dışarıya çıkan insan topluluğuna ne diyeceksiniz? Ohal’de Tiyatro yazımda yaşanan bir ülke gerçeği doğrultusunda, oyun seçiminde zorlanıldığını yazmam “çok yavan, cahilce ya da en masumcası taşralı klişesi zihniyetiyle yazılmış bir aymazlık” oluyor da; sanatçının yaşadığı çağın korkusuz tanığıdır gerçeğine denk düşmemesi ne oluyor peki? Yaldızlı cümleler, halka karşı sorumlu insanları sorumluluklarından arındırıyor mu? Senin bahsettiğin literatürünü severim! Karamürsel sepeti sandığın bu deden de vakti zamanında “son on yılın halk sanatçısı” ödülünü almış biri. Bak son on yıl ve halk sanatçısı gibi terimler var okudun mu? Kendi merkezinde dönüp duranlar, dünyanın döndüğünün farkında olamazlar bu da bir gerçektir biliyor muydun? Bilmen gereken bir konu daha var. Bu amcan, bu kentte de, ülkede de hiç ama hiçbir Allah kuluna eyvallah etmez. Sadece inandıklarını, doğru bildiklerini yazar yani “köşe kaldığı” yapmaz! Ne kadar tutarlı ya da tutarsız olduğumu bu kentte yaşayan on binlerce insan çok iyi bilir. Sokaklara birlikte çıkıp dolaştığımızda, “halktan dönüşüme” bizzat tanık olur, tutarlı ya da tutarsız olduğuma(cesur ya da korkak olduğuma)kendin karar verirsin…
Özet şu; sanatçıyım diyor musun kendine?
OHAL’de eleştiriden korkmayacaksın!
Gecenin ikisinde fondipleyip kahır mektubu yazmayacaksın!
Benim canımı sıkmaktan söz ediyorsun, feriştahı tanır mısın sen? Demiş ki adın ne? Mülayim diye yanıt vermiş.
-Sert olsan ne yazar demiş öteki de!
Merakını giderdim umarım…