Mustafa Mutsuz!

24 Ağustos 2016 09:00
A
a
Sütiş Eskişehir
Sevgili dostlar; yaklaşık üç yıl önce, on yıldır çalışmakta olduğum Vatan gazetesinden iktidarın talimatıyla kovulmuştum. O gün size verdiğim bir söz vardı: Beni susturamazlar, gerekirse sokaklara çıkar duvarlara yazarım! Buna gerek kalmamış ve Aydınlık’tan davet almıştım. Üç yıldır bu gazetede yazıyor, aynı çatı altındaki Ulusal Kanal'da Kral Çıplak programını yapıyordum. Ancak bu kez de verilen sözler tutulmamaya başlandı. Buna son zamanlarda yaşadığımız siyasi farklılaşma da eklendi. Ben durduğum yerdeyim. Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı, laik, demokratik, sosyal, tam bağımsız ve üniter bir hukuk devletinden yanayım. Düne kadar bu ülkeyi “birlikte” bataklığa sürükleyenler bugün kavga ediyor diye; onlardan birinin koluna girmem, giremem... Bizi sürükledikleri o bataklığın hesabının, ikisinden de sorulmasını isterim. Kısacası dostlar, Aydınlıkta tam otuz iki gündür yaz(a)mamamın nedeni budur.
Umudum azalmakla birlikte hâlâ safça bana verilen sözlerin tutulmasını beklemekteyim…
                                                    ***
Mustafa Mutlu bir gazeteci ve yukarıdaki paragrafta yer alan açıklama kendisine ait. Gerek özel hayatında, gerek siyasi duruşunda çelişki ya da zikzaklarla dolu bir gazetecilerden değil! Hani tabir caiz ise erk yalakası olanlardan, gelen ağam giden paşam diyenlerden, her devrin rüzgârgüllerinden değil. Yazılarından tanıdığımız kadarı ile tutarlı duruşunu değiştirmeyen yazılı-görsel medya emekçilerinden…
Kendi açıklamasından da anlaşılacağı üzere hayatını sadece kalemi ile kazananlardan. Böylesi bir dönemde ne kadar zor ne kadar gönül yorgunlukları ile dolu bir meslek olduğunu empati gücü olan herkesin anlayacağı kanısındayım…
Hiç tanımadığım ama tüm içtenliğimle hissedebildiğim biri şimdilerde. Çünkü bu ülkede en zor mesleklerin başında bir medya mensubu olarak bu sektörde çalışmak olduğunu çok iyi bilenlerdenim. Kendi yaşam biçiminizde olduğunuz gibi, kaleminizi de asla bükmeyenlerden iseniz kendiniz gibileri çok daha rahat anlayabilirsiniz. Şair arkadaşım Dr. Coşkun Şimşekli şöyle derdi; “anlamak için yaşamak gerek…”
Yani sözün özü, anladığım kadarı ile Mustafa Mutlu kendisine dikte edileni ya da daha kibarcası isteneni yapmadı! Satır aralarında bunu da net bir biçimde açıklıyor zaten.
Aydınlık, siyasi bir hareketin(en az kırk yıllık) gazetesi. Yani bu yüzdendir ki bir kişiye ait değil ya da tekelinde değildir. Ama net bir konu var ki bu hareketin öncüsü Perinçek’tir. Hani “mühür kimdeyse Süleyman odur” sözünü anımsayınız. Mühür ondadır ve onunla fikirsel bazda ters düşenler de Mustafa Mutlu’nun yaşadıklarını yaşamak durumundadır. Medya patronluğunun ateşten gömlek giymekten farksız olduğunu elbette ki bizler en iyi bilenleriz. Bu ülkede bu alanda yaşanan gerçekleri de en iyi gözlemleyenlerdeniz. Örnekleri unutmak ya da önemsememek olası da değildir üstelik!
İşte anlatmak istediğim de tam bu bağlamdadır. Patron(işveren)odaklı bir kuruluş olsa bir nebze anlarız, anlamakta zorlanmayız. Siyasi bir hareketin nesnel ifadesi olan bu gazetede fikir ayrılıkları yüzünden medya emekçilerinin yarı yolda bırakılmasına anlam veremiyorum günlerdir. Ve bu dünyanın insanlarından(kalemlerinden) tek bir satır olsun destek yazısı görmüyorum. Daha düne dek Mustafa Mutlu’nun yazılarını paylaşan, beğeniler yapan, övgüler dizen okurlarından da çıt yok! Yahu bu nasıl bir düzendir, nasıl bir toplumdur kardeşim demekten kendimi alamıyorum. İşinizin bittiği herkesi sümüklü bir mendil gibi fırlatıp atmak hangi insanlığın kuralı ile denkleşir sorusunu sormadan duramıyorum!
Hani “çocukluğunu bilirim” diye başlayan klasik tanımlama vardır. İşte çocukluğunu bildiğim bir isimdir Aydınlık Gazetesi yöneticilerinden İlker Yücel. Bir zamanlar TGB Başkanı olup geniş halk kitlelerinin sempatisini kazanan; İzmir’den gençlik yıllarından bildiğim birisi…
Mustafa Mutlu’nun açıklamasının hemen ardından yaptığı açıklama da İlker’e hiç yakışmadı. Ağabeyi, yoldaşı ve kendi çabası ile gazeteye aldığı kişiyi suçlarcasına yaptığı açıklama beni hiç şaşırtmadı doğrusu. Çünkü bu İlker bizim İzmir’den tanıdığımız duru yüreği ile korkusuz mücadeleye baş koymuş gençten çok farklı bir profil. Hani bir gün evimizde Fatoş ablasının kendisi için hazırladığı yemeği yerken gözlerinin içine bakarak; “sen ilerde bir partinin genel başkanı olacaksın İlker” dediğim, güvendiğim o genç değil. Sanki o İlker İzmir Yamanlar’da sevimli bir gecekondu evinde yaşam sürdürmek adına anılarda kalmış artık…
Mustafa şimdi Mutsuz!
Ha, beni ne ilgilendirir diye soran olursa yanıtlayayım.
Artık öyle bir devran ki bu devran; ister siyasi bir oluşum olsun ister şirket isterse holding olsun fark etmiyor. İnsanlar seni verdiklerinle kazandırdıklarınla değil, veremeyeceklerinle ödüllendiriyorlar…
Bu ödülün adı da üstün hizmet madalyası değil tabii.
Mustafa Mutlu örneklemeleri bana hep şu öyküyü anımsatır.
Hani bir öküz sürüsü varmış, çevredeki birkaç aslanın asla erişemediği. Sonra bir gün, aslanlardan biri hinlik düşünmüş ve sürü başına gidip; biz aslında sizi rahatsız etmek istemiyoruz ama şu sarı öküz çok dikkatimizi çekiyor; onu verirseniz siz de kurtulursunuz, biz de rahatlarız demiş. Sürünün önde gelenleri toplanıp, sürünün âli menfaatleri adına sarı öküzü kurban etmişler. Tabii kısa bir süre sonra benzer bir bahaneyle kapılarına dayanıp başka bir kurban isteyene kadar! Âli menfaatler adına kurban vermede öyle bir noktaya gelinmiş ki, sürü küçülmüş ve sonunda aslanlara tamamen yem olmuş. O son anda, aslanlara sürekli kurban vererek kurtulacağını zanneden sürü liderleri, “biz bu savaşı ne zaman kaybettik” sorusuna cevap aramış. Ve bu savaşı “sarı öküzü verdikleri gün” kaybettiklerini anlamışlar…
Herkes bilir bu hikâyeyi! Bilmesine bilir de, herkes ders çıkarmak konusunda aynı duyarlılıkta olamamıştır ne ilginçtir ki!
 
 
OZANCA
 
Ömrüm geçti yoruldum
Dokuz köyden kovuldum
Şinasi’ydim duruldum
Bayram neyime benim…
Şahin Erden Kuyumculuk
1000
icon

Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...

Bu Eskişehir haberi ilginizi çekebilir! İlginç Eskişehir haberi