5-6 günden beri Sakarya Gazetesi’ndeki bazı köşe yazarı arkadaşlar, köşelerinden adeta gazetemiz Yönetim Kurulu Başkanı, Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç’ı çekirdek kabuğunu bile doldurmayacak bir gerekçe yüzünden topa tuttular. Hızlarını alamadılar Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen, Özel Kalem Müdürü Canan Hanım ile eşi Ahmet Beyi de, başlatmış oldukları çirkin karalama kampanyasının içine sokmaya çalıştılar.
Bunun adı ‘kaçak dövüştür’. Veya ‘çamur at izi kalsın’ mantığıdır. Esgroop Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Fethi Demirtaş’a medya sektörüne girdiği için kızıyorsunuz. Hatta “Bu adamda nereden girdi basın sektörüne. Daha düne kadar sektördeki pastanın ne güzel yarısını biz yiyorduk. Ama şimdi önünüzdeki pastanın bizim olan yarısı giderek küçülmeye başladı. Böyle giderse gelecekte bu pasta giderek daha da küçülecek. Bir gün gelecek, diğer gazetelerin hakkına razı oldukları kadar pasta dilimine talim etmek zorunda kalacağız. Bu da bize yetmez. Biz bugüne kadar yıllarca pastanın yarısını yemeye alıştık” diye belden aşağı vurarak yıpratmaya çalışıyorlar.
Bu başlattığınız çirkin, kimsenin de sizi haklı görmediği karalama kampanyası bana yıllar öncesini hatırlattı. Mesleğe ilk başladığım yıllardı. Ö dönemim meslek duayenleri dediğimiz, kendilerinden örnek alacağımız ağabeylerimiz de tıpkı bugün sizin yapmış olduğunuz gibi rakip gördükleri gazeteleri belden aşağı vurarak ‘karalama’ kampanyasını aylarca sürdürürlerdi.
Hatta zaman zaman nedeni benim gibi meslekte 35’inci yılını aşmış gazeteci arkadaşlarım, ağabeylerim çok iyi bilirler. Bu üstatlar kendi aralarındaki kavgayı bitirir, bu kez zehirli oklarını şehrin bazı ileri gelenlerine atarlardı. Bu duayenlerin yaptıkları çirkin saldırıların nedenlerini, meslekte bizden daha kıdemli ağabeylerimiz anlattığında kavgada ne kadar haklı! Olduklarını öğrenirdik.
Bugün de Esgroop’a karşı başlatılan çirkin saldırıyı, ben şahsen o geçmişteki meslek duayenlerimizin yaptıkları saldırıyı nasıl bulduysam! Bu karalama kampanyasını da aynı ölçülerde değerlendiriyorum.
Elindeki pastanın dilimi her geçen yıl biraz daha azalıyorsa bunun nedenlerini kendinde arayacaklar gazetelerin yöneticileri, patronları.
Demek ki okur artık okur kaybeden gazetelerde aradığını artık bulamıyor ki diğer gazeteleri tercih etmeye başlamış. Geçmişte kendi tekelleri gibi gördükleri, ‘iyi de kötü de yazsak, kendi hobilerimizi tatmin etsek de okurlar yine de bizi terk etmezler’ diye düşünenler, artık karşılarında Anadolu Gazetesi ile diğer yerel gazetelerin hızla tiraj almaya başladığının farkına varınca telaşa kapıldılar.
Ben aslında gazeteler arasındaki karşılıklı sataşmaları, bir birlerini eleştiren haberlerin, gazete sayfalarında yer almasını doğru bulmuyorum. Gazete sütunlarında yer alan bu tür sataşmaların, köşe yazan gazeteci arkadaşların köşelerine taşımalarını da doğru bulmuyorum. Okurlar gazete sütunlarında “Gazeteler arasındaki kişisel tartışmaları değil, şehirde ne olmuş? Ne yaşanmış?” bunları görmek ister. Gazetelerin sahipleri künyelerinde yazılıdır. Ancak onların gerçek sahipleri ise okurlarıdır.
Gazete sayfalarında köşe yazan arkadaşlarda, o köşede kendi fikirlerini, önerilerini elbette ki yazacaklar. Ancak o köşeler ben dahil hiçbirimizin tapulu malı değildir.
Ben bu yazıyı yazarken, dikkat ettiyseniz kişi isimleri vermeden, bünyelerinde 30-40-50 hata daha fazla meslektaşımı barındıran patronlara hakaret etmeden, saygı ölçüleri içerisinde yazmaya gayret gösterdim.
"Gazetelerde köşe yazarlarına ayrılan bölümler, onları kendi malı mıdır? Yoksa gazetenin doğal bir parçası mıdır?" diye sorulduğunda bakın ünlü yazarlar nasıl yanıtlar vermişler:
Ertuğrul Özkök: köşelerin tapulu mal gibi görülmesini eleştirerek, "Bu köşeler babamızın malı değildir" demişti.
Emin Çölaşan: “Hiçbir köşe, hiç kimsenin tapulu malı elbette değildir”.
Hikmet Çetinkaya: “Elbet ki köşeler tapulu bir mal değil. Köşe yazarının, aklına eseni yazdığı bir yer hiç değil”.
Yavuz Donat: ” Asıl sorgulanması gereken, yalan ve iftiranın neden köşe yazısı olduğudur. Kötü siyaset mi? Mafyalaşma mı? Çıkar ilişkileri mi? Önce soruna sağlıklı bir teşhis koyup, sonra da kaynağı kurutmak lazım”.
Necati Doğru: Köşeler, köşe yazarlarının tapulu malı değildir, hatta tapusuz malı da değildir. Köşeler okurlarındır. Köşe yazarlığı, bir kamu görevidir”.
Takdir ve yorumu siz okurlara bırakıyorum.
Bu konuda yazdığım son yazı olacak. Eğer hakkımda herhangi bir sataşma olduğunda ise ‘cevap hakkım saklı’ olmak üzere.
Salih Koca’nın dediği oldu
Yeni Gar’ın yapılması ilk gündeme geldiği yıllarda bugün milletvekili olan Salih Koca, Milletvekilliği aday adaylığı döneminde basın toplantısı düzenleyerek, yeni Gar binasının Enveri’ye yapılmasını önermişti.
Gar binası mevcut yerine veya Enveriye istasyonu olduğu yere yapılması gerektiğini vurgulayan Koca, "TCDD'nin Enveriye istasyonunda 1000 dönüm arazisi mevcuttur. Buda Ekonomik olarak büyük avantaj sağlayacaktır. Enveriye istasyonu gerek Kütahya yolundan gerekse çevre yolundan ulaşımı kolay ve merkezle bağlantıları kolayca yapılabilecek noktadadır. Üniversite şehrinde her iki üniversitemize de yakın mesafededir" demişti.
O günlerde bu öneriye birileri çok sıcak bakmadı. Zaten Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen de ‘Şeker Fabrikası’nın arkasına yapılmalı’ diye ortaya farklı bir alternatif teklifi getirince, Salih Koca’nın ‘Enveri’ye yapılmalı’ görüşü, ‘Şeker Fabrikası’nın arkasına yapılması daha doğru’ diyenler tarafından bastırıldı.
Geçtiğimiz Cuma günü akşamı yapılan Büyükşehir Belediye Meclisi toplantısında ‘Yeni Gar’ın protokol imzası için, meclis üyeleri Başkan Yılmaz Büyükerşen’e imza yetkisi verdi. Büyükşehir Belediyesi Meclis toplantısından sonra, ”yeni Gar binasının Salih Koca’nın konunun gündeme geldiği günden beri Enveri’ye yapılması düşünce veya önerisi, kabul oldu. Yani Salih Koca’nın dediği oldu” şeklinde yorumlandı.
Bu sorun aşıldığına göre, inşallah en kısa zamanda İstasyon Köprüsü’nün yıkılma ve tramvayın Tepebaşı hattına nasıl gideceği sorunu da aşılır. Yıllardır bekleyen Hızlı Tren Hattı’nın yer altına alınması çalışmaları da tamamlanır. Eskişehirlilerin yıllardır çektiği çilede de sona erer.
Martini
Bir işadamı tavernaya girer, bara oturur ve bir duble martini sipariş eder. İçkisini bitirdikten sonra, gömleğinin cebine bir göz atar, ardından barmene bir duble martini daha hazırlamasını söyler.
Bunu da bitirince, yine gömleğinin cebine bir göz atar, sonra barmene donup bir duble daha martini siparişi verir.
Barmen;"Bakın bayım, size bütün bir gece boyunca martini getirebilirim. Fakat, bardağı her doldurmamı istemenizden önce niçin gömleğinizin cebine baktığınızı söylemek zorundasınız" deyince adam cevap verir;
"Karımın fotoğrafına bakıyorum. Ne zaman gözüme güzel gözükecek, iste o zaman eve gitme zamanı gelmiş olacak."