Prof. Dr. Cengiz Türe yazdı
Bu günlerde okuduğum bir kitapta, bu iki kelimeye ilişkin yapılan tanımlamalar bana oldukça ilginç geldi...
Zira dört element olarak bilinen toprak, su, ateş ve havadan; kıvılcım ateşle, kristal ise toprakla ilişkilendirilebilir.
İnsanların gözlerini alamadıkları bu mükemmel güzelliğin iki formunun, pırıltılı ve çekici bir yanı vardır...
Kıvılcım, yakıcı özelliğinden çok yanan bir ocaktan parlayarak saçılan ışıltıları getirir, insanın aklına...
Kristal ise elmas ve pırlanta gibi objelerin, kendilerine özgü mükemmel maddesel düzeninin ışıltısının bir ifadesidir...
Daha çok izleyicisi olduğumuz, bu iki şeyden hangisinin sizler için daha etkileyici olduğunu bilemiyorum... Belki de sizin için hiçbir şey ifade etmiyor olabilirler...
Oluş tarzı ve varoluş biçimi olarak kendilerine özgü bir yapıya sahip olan bu şeyler ile, insanların olaylara bakışı arasında bir ilişki kurmak sizlere biraz zorlama gibi gelebilir...
Ama edebiyat dünyasının sözcükleri nasıl da sınırları aşan boyutlara taşıyarak, yeni anlamlar katabildiklerini görmek açısından, güzel bir örnek olduğunu düşünüyorum.
Çünkü insanlar çevrelerindeki oluşumları izlerken, kendilerine özgü bazı çıkarımlar yapabilmektedirler...
Bazı insanlar, kıvılcım ilkesi olarak tanımlanan gürültünün ve karmaşanın yarattığı düzeni izlemekten ve onun bir parçası olmaktan haz alırlarken, bazıları da kendi kendisini örgütleyen bir işleyişi ifade eden kristal ilkesine dayanan düzeni izlemeyi ve onun bir parçası olmayı daha etkileyici buluyorlar...
Ünlü yazar Calvino ise; “...elbette var oluş biçimi olarak kıvılcımın taşıdığı değeri unutmadan, kristalin sunduğu sakin ve tutkulu yapının gözden kaçırılmaması gerektiğini” belirtiyor...
Bense kıvılcımın, yaşama anlam katan fikir ve keşifleri tetikleyen düşüncenin enerjisi, kristalin ise davranışlarımızda hakim olması gereken kararlı ve düzgün duruşu ifade ettiğini düşünüyorum...
En güzeli ise “kıvılcım ışığının, kristal üzerindeki yansıması” olsa gerek...