Kişiler üzerinden Atatürk’e sövmek!

29 Kasım 2016 09:23
A
a
Sütiş Eskişehir
Mustafa Kemal gezisinde öyle bir kişi görür ki, dayanamayıp yanındaki valinin kulağına fısıldar: Kimdir bu?
-Efendim, kendisi şıhtır, yörede çok hatırı vardır...
Bunun üzerine Atatürk şıhı yanına çağırtır:
-Bak baba, imanın ölçüsü sakalın boyunda değildir. Rica etsem de, en azından peygamber efendimizin olduğu gibi kısaltsan!
Bunları söylerken eliyle de boyun hizasını gösterir.
Şıh, “emrin olur paşam” der.
Aradan zaman geçer, bir akşam Atatürk Amasya'daki Şıh'ı hatırlar ve valiyi telefonla arayıp durumu sorar. Vali, Şıh'ın sakalında en küçük bir değişiklik olmadığını söyler. Konuşmadan sonra, Mustafa Kemal kâğıdı kalemi eline alır ve yazdığının tebliğ edilmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki, Şıh efendi Atatürk'ü görmek için yola çıkmış. Ve de gelmiş… Sakal tamamen kesilmiş, sinekkaydı tıraş olunmuş, saçlar kısaltılmış. Kılık kıyafet de baştan sona değişmiş…
Atatürk'ün arkadaşlarından biri kulağına eğilir:
-Aman Paşam, bu adam sakalına el dahi sürdürmezdi, ne ettiniz de kökünden kestirmesini sağladınız?
Atatürk yanıt verir:
-Kendisini Afyon Valisi tayin ettim...
Bu görüşmeden sonra da, yeni bir yazı hazırlayıp Şıh'a verilmesini ister. Yazı şöyle: İnanç ölçüsünün sakalda olmadığını anladığına sevindim. Valilik meselesine gelince, bugün koltuk uğruna kırk yıllık sakalından vazgeçebilen, yarın başka şeyler için milletinden de vazgeçebilir...
Dindar görünüm altında dünyalığını yapan din tacirleri hiç sevmezler Atatürk’ü. Konu bahsi ettiğim böylesi güruhlar geçmişte de yığınla vardı, şimdi de ziyadesi ile var. Böyleleri Osmanlı dönemini (padişahlığı) neden özlemle anarlar hiç düşündünüz mü? Palazlanmaları için verimli bir dünyadır da ondan! Eğitimsiz bırakılan bir halk, matbaayı yasaklayan zihniyet, eğitimsiz yığınlardan oluşan “çok yaşa padişahım” yığınları tam onların istediği ortamdır da ondan. Çağdaş bir dünyada, eğitim seviyesi yüksek bir dünyada olası mıdır tüm bu saydıklarım? Biat olası mıdır? Atatürk’ü Allahsız, dinsiz, imansız göstermek adına her naneyi yiyen yobaz güruh, bu günlerde gemi azıya almış durumdadır. İnsana, namusa, ahlaka denk düşmeyecek biçimde; kudurmuşçasına saldırmakta olan malum güruhlara “Siz nasıl bir ihanet içindesiniz?” diye soracak yasa uygulayıcısı, bir elin parmakları kadar azınlıkta maalesef. Dünkü yazımda bir örnek verdim bu konu ile ilgili anımsarsanız. Kendilerine televizyon kanalı görünümü veren foseptik kanalı var bir tane. Bu ülkenin kurucusuna, önderine ve Cumhuriyet değerlerine aleni söven! Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hâkimi de onların duruşma saatini 09.05 (yani dokuzu beş geçe) alarak, harika bir tokat çakıyor kendilerine. Cumhuriyet’e, değerlerine, kendisini yetiştiren bir sisteme sadakat gösteren hukuk insanları var demek ki daha. Sorun nerede, kimde ya da kimlerde peki? Valla en başta kendilerine “Atatürk’ün partisiyiz” süslemesi ile bizlerden oy isteyenlerde sorunun başlıcası. Atatürk ile uzaktan yakından ilgisi ilişkisi var mı kast ettiğim kitle partisinin? Karar kamuoyunundur elbet! Gerek yerelde, gerek ülke genelinde ben kendilerinin içinde bulundukları vahim durumu yıllardır zaten her fırsatta haykıranlardanım. Bu halka zerre kadar da umut olacaklarına inanmıyorum artık. Tanrısal bir mucizenin dışında önümüzdeki seçimlerde muhalefete isimlerini bir kez daha altın harflerle kazıyacaklarına, huzurlarınızda bahse girebilirim. Mevcut iktidarın bir kez daha % 5’lik artışla iktidar olmasında harika katkılarının olacağını ilan ediyorum işte cesurca…
“Kişiler üzerinden Atatürk’e sövmek” dedim yazımın başlığında.
Bu ülkenin kurucusuna, önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e ve devrimlerine aleni söven padişah özlemcileri bu gücü nereden buluyorlar dersiniz? Nasıl bir ortamdır ki bu ortam artık zerre kadar çekinmiyorlar bu ihanetten? Bunun yanıtını öncelikle “Atatürk’ün partisiyiz” lakırdısı ile bizlerden oy isteyenler açıklamalıdır kamuoyuna. Sırf onlar da değil, “Artık onu Atatürk çizgisine çektik” palavrası eşliğinde saf değiştiren ve binde üçlük kaderin dışına bir kez daha çıkamayacak olan bazı ulusalcılar açıklamalıdır…
Hayatın her alanında saldırılıyor Atatürk’e!
Ve yemin ederim yine de en sağlam kale halkın ta kendisi.
Kendisine bağımsız bir ülke teslim eden Atasına (silah arkadaşlarına ve şehitlerimize) asla nankörlük etmeyen, bu milletin büyük bir çoğunluğudur yegâne sahip çıkan. Bunlardan birisi de benim ve haykırıyorum gazete köşemden; bize bağımsızlığı tattıran, ümmetten millet olma onurunu yaşatan Mustafa Kemal Atatürk’e son nefesimize kadar bağlıyız sevdalıyız!
Bu böyle biline!
 
SİZİN SESİNİZ
 
Bağlama çalmanın biçimi…
 
Enstrüman çaldım bir tek ömrü hayatımda.
Bunun dışlında hiçbir şey çalmadım saygın okurlar.
Birilerine ait bir şey çalmadım, tüyü bitmemiş yetimin hakkını hiç çalmadım. Sadece enstrüman çaldım ki; bağlama-mandolin-ud (cümbüş)…
1980 yılında başladığım öğretmenlik mesleğinden de önce müzisyen olarak yaşantımı sürdürmekteydim. 77’li yıllardan bu yana profesyonel boyutta (düğün salonlarından beş yıldızlı otellere dek) sürdürdüm müzisyenlik mesleğini. Konum olarak da nereden nereye geldiğini çok iyi analiz edenlerdenim. Bu toplum müzisyene “çalgıcı” yakıştırmasını Osmanlı’dan günümüze dek sürdürse de, bir zamanlar ne denli itibarlı bir meslek olduğunu iyi bilenlerdenim. Bir örnek vereyim mi hemen size?
Yıl 1995…
İzmir’in (bir zamanlar) en nitelikli eğlence mekânı olan Nektar Bar’da müzisyenim. Bir türküde (Semah) alkolün etkisi ile oyun oynamaya kalkan iki bıçkını görünce gurubuma işaret edip müziği durdurdum. Oynayanlara hitaben; “Arkadaşlar ben size oyun havası çalacağım merak etmeyin. Ama bu çalmış olduğumuz bir semahtır ve şimdi sadece dinleyin ricam budur” diyerek geri aynı semaha başladım. Ağırlarına gitti kazmaların ve zırt pırt masalarından isteklerde bulunup, işaret dili ile beni taciz etmeye başladılar. Müziği yine durdurdum. Bir Ağustos ayı olup, mekanın tıklım tıklım olduğu gündü. Sahneden (mikrofondan) aynen şunları söyledim; “Siz bana saygı duymadığınız ölçüde ben de size saygı duymuyorum ve siz mekânı terk edene kadar tek bir türkü okumayacağım…”
Mekânın sahibi panik halinde “Ne yapıyorsun Şinasi?” diye gözlerini belertip yanıma geldiğinde aynı sözlerimi ona da yineledim. Masadaki dörtlü edepsizliklerini sürdüremedi tavrımın netliğinden. Zaten ben de onlara hamle yapmıştım ve kararlı bir duruşla karşılarında bekliyordum. Uzun boylu, naif sesli birisi benim önüme geçip, güzel cümlelerle sakinleştirmeye çabalıyordu. “Lütfen sakinleşin, ben iki gündür sizi dinleyeme geliyorum” diyordu ha bire. Öfke krizim geçtiğinde bu güzel insanın Genco Erkal olduğunu fark edebilmiştim. Bu anımı neden paylaştım biliyor musunuz? Sahnede her müzisyen bir öğretmendir (çalgıcı değil)! Duruşu ile giyimi ile tutarlı davranışları ile ve seyirciye teslim olmayan dik duruşu ile tam bir öğretmendir. Fotoğrafta gördüğünüz müzisyen kardeşlerimin sahnede duruş biçimine baktığınızda ne demek istediğimi anlarsınız. Türkü söyleyenler o bağlamayı tuttuğu sürece halkın karşısında bacak bacağa atmak gibi bir hakları yoktur. Türkü söyleyen batının geleneklerine özenen ezik insan değildir, kompleksli insan değildir kardeşler…
Şahin Erden Kuyumculuk
1000
icon
Mustafa Demircioğlu 29 Kasım 2016 14:39

Bu yazıya ancak saygı duyulur. Teşekkürler hocam

0 3 Cevap Yaz
Bu Eskişehir haberi ilginizi çekebilir! İlginç Eskişehir haberi