Kent belleği ve öyküsüzlük
Dün Yıkılan Kılıçoğlu sinemasını seyrettim bir süre. Çocukluğum, gençliğimin hatıraları canlandı gözümde. Moloz yığınları arasında kaybolup gitmiş gibi acıdı içimin bir parçası. Kent belleğine ait bu önemli aktörün bir imge, bir iz bırakmadan kaybolup gitmesi vefasızlığına geliyor insana.
Aslında bu sadece Kılıçoğlu Sineması için değil Eskişehir de Kent Belleğine ait birçok yer için geçerli bir durum.
Biz öyküleştirme, hikâyeleştirme şehre ait bir değeri zamanda doğru taşıma konusunda maalesef beceriksiz bir şehiriz. Belki fazlaca değeri bünyesinde barındıran bir coğrafyamız olduğu belkide bu benim işim değil mantığından kaynaklanan bir eksikliğimiz var.
Fena mı olur ?
Yarın öbür gün mevcut stadyum yıkılınca aynı şey orada da yaşanabilir. Stadyum alanına yapılacak meydan da ufak bir köşe ayırıp, bir kaç fotoğraf ve stadyum kalıntısından bir parça konulup maziyi anlatan bir öykü olsa, gelip geçenler bundan 20 yıl sonra da eskiden orada bir mazi yattığını okuyup görseler. Fena mı olur ?
Ya da aynı şeyi Kılıçoğlu sineması için de yapsak. Eski bir maketi ve öyküsü için yıkılan yerde 5 metrekare bir yer ayırsak fena mı olur ?
Aynı haller örneğinde olduğu gibi değişir ve dönüşürken geçmişe dair bir görsel veya öykü bıraksak. Odunpazarı evleri, Istasyon köprüsü, Bahçeli kahve, Akar deresi, şu, bu derken uzayıp giden Kent Belleği aktörleri ve yıkılmasa, dönüşmese bile birçok değerimiz fazla öyküsüz değil mi ?
Daha fazla rant, daha fazla gelir, daha fazla avm, daha fazla otel, daha fazla alışveriş için o kadar fazla yer ayırmaya başladık ki...
Tüm bunlar için esaslı hatıraları o kadar hunharca harcıyoruz ki...
Bu ev benim hayatım diyerek 2 gözlü evini 3 apartman dairesine değişmeyen inatçı adamlar en doğrusunu yapıyormuş da biz anlamamışız....