Çifteler’in Başkurt köyünde çiftçilik yapan bir aile, tarlasını sulamak için kuyu açtırma kararı almış. Kuyunun açılma çalışmaları sırasında, alanda, maden suyu kaynağı olduğu tespit edilmiş! Bulunan su üzerinde, gerekli tüm analizler yapılmış ve bununla beraber suyun zengin bir içeriğe sahip olduğu anlaşılmış. Bu gelişme, ilgililerin fazlasıyla dikkatini çekmiş. İddiaya göre ilgililerden bir tanesi de Eskişehir Büyükşehir Belediyesiymiş!
Belediyenin, tıpkı Kalabak suyu gibi, bir de maden suyu markası yaratma fikri varmış. Ne diyelim? Eskişehir adına sevindirici bir gelişme.
Karapınar’a başlayamayan TOKİ, Mamuca’yı nasıl bitirsin?
Önce ne oldu? TOKİ tarafından Beylikova’ya 500 toplu konut yapılması kararı alındı. Bununla beraber diğer Cumhur İttifakı belediyeleri de “toplu konut isteriz” dediler ve akabinde AK Parti Eskişehir Milletvekili
Emine Nur Günay devreye girerek bu isteği TOKİ’yle görüştü. Hemen ardından, Beylikova’ya verilen 500 konut, Cumhur İttifakı belediyelerine dağıtıldı. (50 konut daha eklenerek 550 konut oldu.) Emine Nur Günay bu gelişmeyi duyurunca, bu sefer CHP’li belediyeler ayağa kalktılar ve “ellere var da bize yok mu” diye çıkıştılar. Bu çıkış karşısında Günay, CHP’li belediyelerin kendisiyle iletişime geçmediklerini ve geç kaldıklarını söyledi. Buna rağmen ilgileneceğini de ekledi. Bu noktada iki unsurun tartışılması gerektiğini düşünüyorum. İlki şu… Biliyorsunuz TOKİ, Odunpazarı-Mamuca’ya da 2 bin 500 toplu konut yapma kararı aldı. Aynı TOKİ, Karapınar birinci etabı bitirememişken, ikinci etaba ise hiç başlayamamışken, Mamuca’daki 2 bin 500 konutu nasıl yapacak? Dahası, ilçelere paylaştırılan ve anlaşıldığı üzere çok da kar getirmeyecek olan 550 konutu nasıl bitirecek?
Çünkü artık hepimiz biliyoruz ki TOKİ, halkın barınma ihtiyacı üzerinden büyük kar etme gayreti içerisinde!
O nedenle TOKİ’ye karşı, ciddi bir güven sorunu var. Bu bölümü kapatırken bir de öneri sunayım: Madem CHP’li dış ilçe belediyeleri de toplu konut istiyor; çözüm belli. Mamuca’ya yapılması planlanan 2 bin 500 konutun 500’ü iptal edilsin ve CHP’li ilçe belediyelerine dağıtılsın.
Zamdan zevk alan toplum
“Şu aralar en çok karşılaştığın şey nedir” diye sorsalar, direkt olarak “zamla karşılaşıyorum” cevabını veririm. Elektriğe, doğalgaza, akaryakıta, suya, temel gıda maddelerine, vesaire… Aklımıza gelen ne varsa, her birine fahiş oranda zam geliyor. Buna karşılık insanların maaşlarına ve asgari ücrete gelen ne? Levent Kırca’nın deyimiyle,
zamcık! Peki, bu noktada yurttaşlar olarak ne yapıyoruz? Koca bir hiç!
Tepkimizi ortaya koymuyoruz; mesela Anayasal olarak güvence altına alınmış demokratik hakkımız olan toplantı ve yürüyüş hakkımızı dahi kullanmıyoruz. O halde keyfimiz yerinde. Yapılan zamlardan zevk alıyoruz. Her yapılan zamda zevk oranımız yükseliyor, gelecek zamları sabırsızlıkla bekliyoruz. Zammın kaçınılmaz olması nedeniyle çaresiz kalarak mı zevk alıyoruz yoksa tüm duyarlılıklarımızı mı yitirdik, bilemiyorum.
Bildiğim tek şey, toplumsal duruş anlamında işlerin hiç de yolunda gitmediği.
Ne Valilik ne de belediyeler becerebildi
Malumunuz, dün Eskişehir’e kar yağdı. Bununla beraber şehir olarak kara karşı önlem ve karla mücadele konusunda ne kadar öngörüsüz, organizasyonsuz ve yetersiz olduğumuz ortaya çıktı.
Meteoroloji, günler öncesinden bas bas bağırdı; kuvvetli fırtına ve yağış ile kar geliyor dedi. Valilik de bu uyarıyı kamuoyunun dikkatine sundu. Ancak aynı Valilik ne yaptı? Öğrenciler, bin bir güçlükle okullarına ulaştıktan sonra ya da ulaşmaya çalıştıkları sırada ‘kar tatili’ kararı aldı. Yani geç kaldı. Belediyeler ise karla mücadele konusunda yeterli olamadı. Bu yaşadıklarımız bize ders olur mu? Umarım olur…
AK Parti ve 2024
AK Parti Eskişehir İl Başkanlığı tarafından, Afyon’da, İstişare ve Değerlendirme Kampı yapıldı. Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, kamp kapsamında yapılan bir toplantıya telekonferans yöntemiyle katıldı ve partililerine seslendi. Bu noktada Erdoğan’ın şu ifadesi dikkatimi çekti:
“Şu anda Eskişehir’i çok ama çok önemsiyoruz. Ve 2023’te Eskişehir’den beklediğimiz netice çok daha farklı olacaktır.” Bu ifade niye dikkatimi çekti? Anlatayım… 2023, AK Parti için özel bir yıl olabilir. Erdoğan, bu özel yıla dikkat çekmiş olabilir. Ancak 2023’ün özelliğine dikkat çekseydi, daha farklı bir açıklama yapardı diye düşünüyorum. O zaman 2023 vurgusu nasıl yorumlanmalı? Biliyorsunuz ki AK Parti, genel seçimlerde Eskişehir’de birinci parti oldu. Her şey yolunda giderse bir sonraki genel seçim 2023’te. O halde Erdoğan, 2023’ten, birinci parti olmak dışında daha farklı nasıl bir netice bekliyor, merak konusu.
Aslında şunu söylemeliydi Erdoğan: “2024’te netice çok daha farklı olacak.” Çünkü 2024’te yerel seçimler var ve AK Parti, son yerel seçimlerde dikkat çekici bir başarısızlıkla karşı karşıya kaldı. O halde şunu ifade edebiliriz: Sayın Erdoğan; 2023 derken ya genel seçimleri değil de başka bir şeyi kastetti, ya genel seçimlerde de partisinin başarısız olduğunu düşünüyor, ya da 2024’teki yerel seçimlerden şimdiden umudunu kesmiş!
Volkan Doğan’ın uyarısı
Normal şartlarda olması gereken ne? Partilerin milletvekillerinin, belediye başkanlarının ve teşkilat-örgüt yöneticilerinin gündemde yer alması öyle değil mi? Bu anlamda ‘enteresan’ bir durum yaşanıyor. AK Parti’nin yerel seçimlerdeki Odunpazarı Belediye Başkan Adayı Volkan Doğan, her an gündeme geliyor.
Doğan’ın, şu an için partide hiçbir görevi yok. Sade bir üyeden farksız. Ancak seçimlerin üzerinden yaklaşık 10 ay geçmesine rağmen, Volkan Doğan, bazı zamanlarda milletvekillerinden bile daha fazla gündeme geliyor, konuşuluyor ve tartışılıyor. En son gündeme geldiği konu ise, yerli uçak üretimi konusu. Buradan hareketle Volkan Doğan diyor ki: “Eskişehir, Türkiye'nin havacılık merkezidir ve bir gün uçak yapacaksak şehrimizde yapılmalıdır.” Cesur açıklama, yerinde açıklama. Bu açıklamayı daha önemli kılan ise şu: Yerli otomobilin Eskişehir’de üretimi konusunda, AK Parti’nin üst düzey isimleri kılını kıpırdatmadı. Yerli uçak konusunda da hiçbir çalışmanın içerisinde olduklarını düşünmüyorum.
Ve eğer havacılık konusunda üstün imkanları olan Eskişehir yerli uçak üretimini de kaçırırsa, en büyük sorumluluk AK Parti’nin üst yöneticilerindedir. İşte, Volkan Doğan bir anlamda uyarı yapıyor, “çalışmalara şimdiden başlayın” mesajı veriyor.
Recep Taşel ve koltuk seviciler
Recep Taşel’i hepimiz tanırız; hem CHP, hem de iş insanı kimliğiyle… Bir dönem CHP örgütü içerisinde yöneticilik de yapan Taşel, uzun yıllar partisine emek verdi. Eskişehir Organize Sanayi Bölgesinde ise işveren olarak yine uzun yıllar Türkiye’nin üretim sürecine katıldı. Geçtiğimiz aylarda şirketini kapatan Taşel, ciddiye alınması gereken bir karara imza attı ve Eskişehir Sanayi Odası yöneticiliği ile meclis üyeliği görevlerinden istifa etti. Bu karar, önemli bir örnek niteliğindedir.
Niye biliyor musunuz? Türkiye ve Eskişehir’de o kadar çok koltuk sevici, hırslarına yenik düşmüş, rant manyağı ve gözü dönmüş insan var ki, yasalarımızın açıklarını kullanıp hala koltuklarını korumaya çalışıyorlar. Bunu yaparken de pişkin pişkin gülüyorlar, bizleri enayi yerine koyduklarını düşünüyorlar ve yedikleri-içtikleri türlü şeyden sonra kocaman göbeklerini ovuşturarak gaz çıkarıyorlar; koltuklarının bütçesiyle yurt dışına gidip milletin parasıyla aşağılık bir biçimde ‘avcılık’ peşine düşüyorlar, yine ipliğini pazara çıkaranları ise iğrenç bir şekilde tehdit ediyorlar. Ya Recep Taşel? Hiç düşünmeden “ben gidiyorum, kalın sağlıcakla” diyor. Ve görevlerinden istifa ederken, şunu söylüyor: “Sanayicilik vasfını kaybetmem nedeniyle Eskişehir Sanayi Odası Yönetim Kurulu ve Meclis üyeliği görevlerimden istifa ettim. Kamuoyuna saygı ile duyururum.” Bunun üzerine ben de diyorum ki:
Devrimciden, zaten sanayici olmazdı ki…
Önüne gelen gazeteci, şair, yazar…
Bakıyorum da… Bu ülkede neredeyse herkes gazeteci, herkes şair, herkes yazar! Şehrimizde bile bu hastalık var.
Her an biri pıtrak gibi orta yere çıkıyor ya da birileri tarafından çıkarılıyor ve sözde gazetecilik yapıyor. Sözde şiir kitabı çıkarıyor, vesaire… Kendi mesleğimiz olan gazetecilik özelinde, sorunun çözümü belli. Nasıl ki Avukatların barosu var ve üniversiteden mezun olduktan sonra belli bir dönem staj yapıp Avukatlık ruhsatı alıyorlar;
gazetecilerin de tıpkı avukatlarda olduğu gibi gazetecilik yapabilme ruhsatı almaları lazım. Bakın o zaman sözde gazetecilere, ne gibi yaptırımlar uygulanıyor. Bakalım o zaman her önüne gelen “gazeteciyim” diye orta yerde dolaşabiliyor mu,
tetikçilik yapabiliyor mu? Peki, Cumhurbaşkanlığından edinilen basın kartının dahi neredeyse öneminin kalmadığı bir dönemde, anlattığım uygulama hayata geçirilir mi? Tabii ki hayır! Niye?
E, gazeteciliğin itibarına yeterince gölge düşürülmüşken, bu itibarı bir nebze de olsa niye kurtarmaya çalışsınlar? Öyle değil mi?