Doğanın sunduğu kaynaklara ekolojik bir algı ile bakıldığında, başta üretim araçları olmak üzere yapılan tüm faaliyetlerin doğal süreçlerden bağımsız olmadığı kolayca görülebilmektedir. Bu nedenledir ki; sosyal bir metabolizma olan toplumun özünde de ekolojik bir yapılanma yatmaktadır. Kadınların ise bu yapılanmanın hem varlık, hem de anlam olarak en geniş bölümünü oluşturdukları bir gerçektir. Farklı kültürlerde ya da farklı coğrafyalarda kadınlara toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumluluklar değişiklik gösterse de, doğa ve toplum arasındaki uyumun en güçlü bağlarındandır, kadınlar. Çünkü biyolojik ve ruhsal özellikleriyle mükemmel biçimde doğayı temsil etmektedirler. Kadın, yaradılışından gelen bu özellikleri ve duygusal zekası ile yaşamdan kopmayan bir bağa sahiptir. Üzerinde yaşam bulduğumuz ve her türlü ihtiyacımızı karşılayan doğaya “Doğa Ana” ya da “Tabiat Ana” diyerek sanırım bunu hepimiz onaylıyoruz.
İnsanlık tarihi boyunca genellikle kadın doğa ile ilişkilendirilirken, erkekler kültür ve medeniyet kavramlarıyla ilişkilendirilmiştir. Bu tanımlamamızdan da anlaşılmaktadır ki; doğa hep dişil bir özelliğe sahip olarak düşünülmektedir. Anacak toplumların yönetimine daha çok erkek egemen kültür ve medeniyetin söz sahibi olmasının doğa ve kadın üzerinde yarattığı etki ortadır. Sayısal bakımdan eşit olmakla beraber, iki cinsin toplumsal alanda etkinlikleri farklılıklar göstermektedir. Birleşmiş Milletler tarafından hazırlanan bir rapora göre; dünyada toplam iş saatlerinin %60’ını kadınlar çalıştığı halde, tüm gelirinden ancak %10 pay alabilmekteler ve tüm mülkiyetin sadece %1’ine sahip olabilmektedirler. Bu farklılıklardan biriside doğanın ve çevrenin korunmasına ilişkindir. Günümüzde yaşadığımız ekolojik ve çevresel sorunlar karşısında da, doğayla kurdukları içsel bağlar nedeniyle kadınlar en önde yer almaktadırlar. Yeşil alanların korunmasından, HES’lere, nükleer santrallerden, hayvanların korunmasına, geri dönüşümden, hava ve su kirliliğine kadar. Çünkü bu sorunların yarattığı problemlerden yine onlar daha fazla zarar görmektedirler. Dünyanın birçok yerinde modern altyapıdan yoksun koşullarda ailelerine yiyecek, yakacak ve su sağlamakla yükümlü oldukları için enerji yoksulluğunun etkisini de yoğun olarak kadınlar yaşamaktadırlar. Çocuğu hastalandığında, ailesinin beslenmesinde ve evin yönetiminde karşılaşacakları sorunların yükü yine onlara binmektedir. Düşünün, bir gün sular kesildiğinde evdeki çileyi daha çok kim çekiyor. Birde kuraklıklar nedeniyle yaşanabilecek uzun susuzluk dönemlerini gözler önünü getirelim. Bu yüzden hem şehirlerde hem de kırsal kesimde meydana gelen çevresel bozulma, insanların, özellikle de her yaştaki kadının ve genç kızın sağlığı, refahı ve yaşam kalitesi üzerinde büyük oranda olumsuz etkiler yaparak, onları gelir getiren faaliyetlerden de uzaklaştırır. Dünyanın pek çok yerinde kadınlar; en başta analık olmak üzere, öncü ve önderliğin sağlanmadan geleceğin inşa edilemeyeceğinin farkındadırlar. Çünkü her dönemde atıkları ve aşırı tüketimi en aza indirmek için ekolojik ve çevresel bir ahlakın oluşturulmasında, kaynak kullanımının azaltılmasında ve atıkların yeniden işlenip kullanılmasında liderlik rolü üstlenmişler veya önderlik yapmışlardır.
Kadınların toplumsal etkinliklerinin güçlendirilmesine yönelik Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen ve Pekin Deklerasyonu olarak bilinen kadın konferanslarında alınan kararları ülkemizde kabul etmiştir. Ancak bunca çabaya rağmen
kadın ve çevre konusunda dünyada gelinen nokta en son yapılan toplantıda şöyle ifade edilmektedir: “Bazı ulusal çevre politikaları ve programlarında, ekoloji ve çevre konusunda kadınların geleneksel olarak sahip oldukları bilgilerin bir çok çevre koruma ve geliştirme projesine entegre edilmesine rağmen, kadınların karşılaştıkları ekolojik ve çevresel riskler konusunda hala belli bir bilinç düzeyine ulaşılabilmiş değildir. Ekoloji ve çevre konusundaki kararlara kadınlar hala tam ve eşit bir şekilde katılamamaktadır. Çevre sorunlarının kadın ve erkek üzerindeki farklı etkilerini saptayacak sınırlı sayıda araştırma vardır ve çevre politikaları hala toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden uzak hazırlanmaktadır”.
Ailelerinin koruyucuları ve eğitimcileri olmalarının sorumluluğunu taşıyarak, gelecek nesiller için ekolojik değerlerin korunmasında ve sürdürülebilir kalkınmanın sağlanmasında “kadınların adının” olacağı inkar edilemez bir gerçektir.
Henüz yorum yapılmadı,
İlk Yorum yapan siz olun...