(By Barkan Tigin)
Bu ismi, yani Barkan Tigin ismini bu kentte yaşayanların büyük bir kısmının duymadıklarını düşünüyorum. Cuma günü yayınlanan köşe yazımın bir bölümünde biyografisini paylaşmış ve hemen o akşam Haller Gençlik Merkezi’nde kendi olanakları doğrultusunda açacağı fotoğraf sergisinden bahsetmiştim. Bahsettiğim o sergisine de yârimle birlikte de gittim.
Kemal Burkay’ın “bir kedim bile yok anlıyor musun” dizelerinde vurguladığı gibi; altmış yıllık ömrüm boyunca paranın kokusunu alacak yeteneğin zerresini geliştiremedi bu bünye, sahip olamadım! Maddeyle işim olmadı hiç ama insan koklamayı çok iyi bilir yorgun yüreğim, bunu da gururla söylemek hakkına sahibim…
Savaş muhabiri, fotoğraf sanatçısı, müzisyen gibi tescil edilmiş birçok yeteneğinin ve bu alanlardaki emeklerinin ötesinde; ben onun insan yanını kokladım o gece. Anılarını anlatırken, savaş muhabiri kimliğinin hiç istemediği halde nasıl üzerinde kaldığını anlatırken, savaşın zalimliklerini anlatırken ve savaş denen vahşette en çok bedel ödeyenlerin çocuklar olduğunu anlatırken; her göz göze gelişimde yüreğini yüreğimde hissettim kardeşimin.
Evet, dünyanın her coğrafyasında en büyük bedeli ve acıyı günahsız çocuklar çekerler. Onların yüreklerindeki bu savaş yarası zamanla iflah olmaz bir insanlık dramına dönüşür. Ve Barkan Tigin’in tek ereği, bireysel çığlığının toplumsal çığlığa dönüşerek dünyadaki tüm savaşları sona erdirmeyi amaçlamaktı. Bunun için savaşlarda çektiği fotoğrafları sergiliyor, savaş esnasındaki anılarını paylaşıyordu işte. Anlattığı her anı orada bulunan bir avuç insanın yüreklerini de dağladı geçti. Makedonya doğumlu olduğu için görev yaptığı Yunan gazetesince Bosna Savaşı’na gönderilir. Dil bilmesi, o coğrafyaya aşina olması sebebi ile Almanya’nın ünlü gazetelerinden biri (Stern olabilir) üç muhabiri de Barkan’ın peşinden ayrılmamaktadır. Haber atlatmak her gazetecinin çekinmeden yaptığı işi olduğundan bir sabah gazetecilerin bindiği BM zırhlı aracına binmez, gitmek istemez. Diğer gazeteci arkadaşları ne kadar ‘gel’ diye ısrar etseler de oralı olmaz. Bir başına kendi olanakları ile haber yapmak üzere gününü değerlendirir. Her akşam otelin barında buluşup sohbet eden, haberlerini oradaki otelin telefonu sayesinde yazdıran gazetecilerin bir bölümü yoktur. Sabaha karşı 03.00 sıralarında, zırhlı araçlar geriye kalan gazetecileri getirmiştir. Hepsi de siyah poşetler içerisine sarılı ve ölmüş halde sadece bir paket olarak otelin önüne atılmıştır…
Kanlı Pazar diye bir haberi anımsayanınız oldu mu bu kirli savaşta? Ben anımsıyorum gün ışığı gibi; işte o haberin muhabiri de Barkan Tigin ve olay şöyle…
Savaşın en acımasız gerçeklerinden biri de yiyecek sıkıntısıdır, açlıktır. Ve bir kilo patatesin 100 Mark, domatesin 200 Mark gibi fahiş fiyatlara satıldığına tanıklık ediyor. Bosnalı bir ailenin evine girip görüntüler almak, röportajlar yapmak istiyor. Kendisinin de bir Türk olduğunu açıklayıp izin istiyor. Tabii Türk olduğu için akan sular duruyor ve zerre tereddüt etmeden izin veriyorlar, misafir ediyorlar. Odun ateşinde kaynayan bir tencere ve içinde sadece üç patates haşlanıyor. Onun da çorbasını yapacaklar ve ekmekle takviye edip karınlarını doyuracaklar. “Otelde yiyecek sıkıntısı çekmediğimiz için onların yemeklerine kıymak istemedim” diyor gazeteci dostumuz. Ama reddetmek de bir nevi onlara hakaret olacağından, akşam sofralarından gecenin bir yarısına her şeyi paylaşırlar insana ve insanlığa dair. Birkaç gün sonra kentin orta yerinden görüntüler almak ister. Arada bir silahların susması için taraflar anlaşmıştır o gün de pazar yeri kurulmuştur. Elli metre yürür yürümez; sssss diye bir ses duyar önce, akabinde yoğun bir duman ve kulakları sağır eden patlama… Ayaklarının göz hizasında olduğunu tepetakla geldiğini anımsar en son. Şoku atlatıp kan ter içerisinde fotoğraf çekerek ilerlerken paramparça olmuş insan cesetlerini görüntüler. Bir kadın can çekişmektedir pazar tezgâhlarının yıkıntıları arasında ve ağzını bilinçsizce açıp kapatmaktadır. Matarasının kapağını açarak birkaç damla su içirmeye çalıştığı kadının kanlar içerisindeki yüzünü gördüğünde ölmüştür Barkan işte! O kadın evlerine konuk olarak gittiği, sofralarına konuk olduğu, söyleşiler yaptığı Türk ailenin annesidir…
Barkan Tigin öyle güzel, öyle insanca bir vurgu yaptı ki!
Bosna’da “Her şey bir gecede oldu” dedi. O güne kadar aynı mahallenin çocukları olan, aynı sofrada ekmeklerini paylaşan, birbirlerinden kız alıp veren ve bir ülkenin kaderini tayin eden insanlar (Bosnalılar ve Sırplar) bir gecede birbirlerinin katili oldular. Sanki çok iyi bildiğim-tanıdığım bir ülkeyi daha tarif ediyordu dolaylı olarak!
Dünyanın nice coğrafyalarındaki savaşlara tanıklık edip fotoğraflayan bu insan, programı başlayıp sahneye davet edildiğinde askeri kamuflaj giysiyi, elinde taramalı otomatik silahı (oyuncak) ile sergiye gelen katılımcılara ateş ederek sahneye yürümeye başladı. Çok anlamlı, etkileyici bir giriş yapmıştı zaten. Naralar atıyordu ateş ederken; “bu sana öğretmen, bu sana aydın, bu sana kadın, bu sana çocuk”…
Bana doğru da ateş etti ve ‘bu sana gazeteci’ diye oyuncak silahı ile taradı beni. Konuşmalarını slayt gösterisi ile desteklemesi çok da etkileyiciydi. Bu insan bir insanlık dramını ders verircesine, bir öğretmen edası ve içtenliği ile gözler önüne serme çabasındaydı sadece. Savaşların acımasızlığını ve bu savaşlardan kanla beslenenlerin KAHPELİKLERİNİ haykırıyordu. Fotoğraflarını satmak, menfaat sağlamak değildi amacı yani…
Ve böyle bir çabayı ne merkezi ne yerel yönetimler zerre kadar önemsememişti. Bir Eskişehirli olarak utandım onların adına. Program sonunda mikrofonu alıp özür diledim bir avuç insandan ve ‘bana beş dakika zaman verin’ diye ricada bulunup şunları söyledim…
Ben bu kentin çocuğuyum. Sanatın başkenti diye övündüğümüz bu kentte birçoğumuz Barkan Tigin adını bile duymamışız. Çok değer verdiğimiz Yılmaz Büyükerşen başta olmak üzere Ahmet Ataç, Kazım Kurt başkanların savaşa karşı bir duruş sergilemeleri adına bu sanatçı arkadaşımızın etkinliğinde olmalarını dilerdim. Şu an ise hepsine yürek dolusu sitemlerimi gönderiyorum. Savaşın acımasızlığının vurgulandığı böyle bir etkinlikte, böyle bir hafta sonu akşamında çok daha önemli haberler peşinde koşan medya mensuplarının alayına sitem ediyorum. Savaşlara karşı olduklarını bildiğim demokrat kimlikli milletvekili arkadaşlar; Sayın Usluer, Sayın Yüksel ve Sayın Çakırözer’e sitem ediyorum. Popüler kültürün “haydi eller havaya” türü etkinliklerinde fotoğraf karelerinde şen şakrak pozlarını sıkça gördüğüm ve önemsediğim bu insanlar başta olmak üzere, sanat açılımlı sözde STK kalabalıklarına sitemler ediyorum. Ve gerçekten bazen “Bu kent insanlarına sanat aşinası yakıştırmasında bir abartı mı yapıyoruz” diye sorguluyorum kendimi. Egolarının kendilerinden bir buçuk metre önden gittiğine tanık oldukça, umudumu yitiriyorum ülkemin aydınlık yarınları adına. Yıl boyu yorgunluklarını çibörek ya da çiğköfte partisiyle atan şairler ordusu! Aziz Nesin’in dediği gibi “her dört kişiden beşinin şair olduğu” ülkemin aziz yetenekleri! Çibörek partisi olmasa da, bari siz gelseydiniz keşke diye iç geçirdim!
Savaşa karşı olmak bir insanlık görevidir…